Press "Enter" to skip to content

Forum / Mark Lilla’ya Göre Kimlik Liberalizminin Sonu

 

Shchuchin Eylül 2022

 

 

 

buy clomid nolvadex Makalenin orijinaline bu linkten erişilebilir:
https://www.nytimes.com/2016/11/20/opinion/sunday/the-end-of-identity-liberalism.html

Mark Lilla’ya Göre Kimlik Liberalizminin Sonu

Amerika’nın daha da çeşitli bir ülke haline geldiği malum… Bu gelişmeyi izlemekse çok güzel… Değişik ülkelerden gelen ziyaretçiler, özellikle farklı etnik grupları ve farklı inançları bir araya getirmekte güçlük çeken kişiler, bu çeşitliliği sağlamayı başarabildiğimize hayret ediyorlar. Elbette mükemmel değil ama Amerika günümüz dünyasındaki herhangi bir Avrupa veya Asya ülkesinden kesinlikle daha iyi. Bu, olağanüstü bir başarı öyküsüdür.

Fakat sorun, bu çeşitliliğin politikamızı nasıl şekillendirmesi gerektiğidir? Neredeyse bir nesil için standart liberal cevap, farklılıklarımızın farkına varmamız ve bunu “kutlamamız” gerektiğiydi. Bu, ahlak pedagoji’sinin görkemli bir ilkesidir ancak ideolojik çağımızda demokratik siyasetin temeli olarak felakettir. Son yıllarda Amerikan liberalizmi ırk, cinsiyet ve cinsel kimlik konusunda bir tür ahlaki paniğe kapıldı. Bu durum liberalizmin mesajlarını çarpıttı ve yönetme kapasitesi anlamında birleştirici bir güç olmasını engelledi.

Son başkanlık seçim kampanyasından ve onun hoş olmayan sonucundan alınan birçok dersten biri, kimlik liberalizmi çağının sona erdirilmesi gerektiğidir. Hillary Clinton’un, Amerika’nın dünya meselelerindeki çıkarları ve bunların bizim demokrasi anlayışımızla ilişkisi hakkında yaptığı konuşma elinden gelenin en iyisi ve en canlandırıcısıydı. Ancak, iş ülke içindeki hayata geldiğinde, seçim kampanyasında bu büyük vizyonu kaybettirecek eğilimlerin içine girdi: her fırsatta zencilere, Latin kökenlilere, LGBT ve kadınlara seslenerek, çeşitlilik söylemine kaydı. Bu, stratejik bir hataydı. Eğer Amerika’daki gruplardan bahsedecekseniz hepsinden bahsetmenizde fayda var. Şayet bunu yapmazsanız, dışarıda kalanlar bu durumu fark eder ve dışlanmış hissederler. Seçmen verilerin gösterdiği gibi, beyaz işçi sınıfına ve güçlü dini inançlara sahip olanlara tam olarak olan buydu. Beyaz Protestanların yüzde 80’inden fazlasının yaptığı gibi, üniversite diploması olmayan beyaz seçmenlerin üçte ikisi Donald Trump’a oy verdi.

Kimliği çevreleyen ahlaki enerjinin elbette birçok faydası oldu. Pozitif ayrımcılık kurumsal yaşamı yeniden şekillendirdi ve geliştirdi. Black Lives Matter, vicdan sahibi her Amerikalıya bir uyandırma çağrısı yaptı. Hollywood’un popüler kültürümüzde eşcinselliği normalleştirme çabaları, Amerikan ailelerinde ve kamusal yaşamda eşcinselliği normalleştirmeye yardımcı oldu.

Ancak, okullarımızda ve basında çeşitliliğe olan bağlılık, kendilerini tanımladıkları grupların dışındaki koşullardan narsist bir şekilde habersiz ve hayatın her alanında diğer Amerikalıların durumuna kayıtsız bir liberaller ve ilericiler nesli üretti. Çocuklarımız, çok küçük yaşlarda, bireysel kimlikleri hakkında, daha onlara sahip olmadan önce dahi, kimlikler üzerine konuşmaya teşvik ediliyor. Üniversite çağına geldiklerinde çoğu genç, çeşitlilik söyleminin politik söylemi ezdiğini varsayıyor; şok edici bir şekilde, öğrencilerin sınıf, savaş, ekonomi ve kamu yararı gibi temel sorunlar hakkında söyleyecekleri nerdeyse hiçbir şeyleri yok. Bunun nedeni, büyük ölçüde, çağdışı olarak günümüzün kimlik politikalarını geçmişe yansıtan ve ülkemizi şekillendiren ana güçlerin ve bireylerin çarpık bir resmini yaratan lise tarih müfredatlarıdır. (Örneğin, kadın hakları hareketlerinin başarıları gerçek ve önemliydi, ancak, ilk önce kurucu babaların haklarının güvencesine dayalı bir hükümet sistemi kurma konusundaki başarılarını anlamazsanız bunları da anlayamazsınız.)

Gençler üniversiteye geldiklerinde, öğrenci grupları, öğretim üyeleri ve görevleri “çeşitlilik sorunlarıyla” -konunun önemini yüksek tutarak, uğraşmak olan tam zamanlı yöneticiler tarafından, bu kimlik odaklanmasını- muhafaza etmeleri yönünde telkin edilmekteler. Fox News ve diğer muhafazakâr medya kuruluşları, bu tür sorunları çevreleyen “kampüs çılgınlığı” ile alay etmek için, çoğu zaman da haklı olmayarak, fazlasıyla güç sarf ediyorlar. Bu, kampüse hiç ayak basmamış kişilerin gözünde öğrenmeyi gayrimeşru kılmak isteyen popülist demagogların işine geliyor. Sıradan bir seçmene, üniversite öğrencilerine hitap ederken kullanılacak belirlenmiş cinsiyet zamirlerini seçme hakkı vermenin sözde ahlaki acilliyet’i nasıl açıklanır? “His Magesty”nde yazan Michigan Üniversitesi komedyeninin hikâyesine bu seçmenlerle birlikte nasıl gülmezsiniz?

Bu kampüs-çeşitlilik bilinci, yıllar boyunca hiç de zarif olmayan bir şekilde liberal medya’nın içine süzüldü. Amerikan gazetelerinde ve yayıncılarında kadınlar ve azınlıklar için pozitif ayrımcılık olağanüstü bir sosyal başarı oldu. Hatta Megyn Kelly ve Laura Ingraham gibi gazeteciler öne çıktıkça sağcı medyanın yüzünü kelimenin tam anlamıyla değiştirdi. Ama aynı zamanda bu durum, özellikle genç gazeteciler ve editörler arasında, sadece kimliğe odaklanmış olmakla (ç.n. başka hiçbir alana dokunmasalar bile) görevlerini yerine getirmiş olacakları varsayımını teşvik etmiş görünüyor.

Geçenlerde Fransa’da ücretli izinle çıktığım bir tatil sırasında küçük bir deney yaptım: Tam bir yıl boyunca Amerikan yayınlarını değil, yalnızca Avrupa yayınlarını okudum. Benim düşüncem dünyayı Avrupalı okuyucuların gördüğü gibi görmeye çalışmaktı. Ancak eve döndüğümde kimlik merceğinin son yıllarda Amerikan haberciliğini nasıl değiştirdiğini anlamak çok daha öğreticiydi. Örneğin, Amerikan gazeteciliğinin en tembel hikâyesi – “Y’yi yapan ilk X” ne sıklıkla anlatılır ve yeniden anlatılır. Kimlik dramına duyulan hayranlık, endişe verici derecede yetersiz olan dış haberciliği bile etkiledi. Mısır’daki transseksüellerin kaderi hakkında okumak ne kadar ilginç olursa olsun, Amerikalıları Mısır’ın geleceğini ve dolaylı olarak kendimizinkini belirleyecek güçlü siyasi ve dini akımlar hakkında eğitmeye hiçbir katkı sağlamaz. Avrupa’daki hiçbir büyük haber kuruluşu böyle bir odağı benimsemeyi düşünmez.

Ancak, gördüğümüz gibi, kimlik liberalizminin en çarpıcı biçimde başarısız olduğu yer, seçim siyaseti düzeyindedir. Sağlıklı dönemlerde ulusal politika “farklılık” ile ilgili değildir, ortaklıkla ilgilidir. Ve bu ulusal politikaya Amerikalıların ortak kaderimize dönük hayal güçlerini en iyi yakalayan kişi hükmedecektir. Ronald Reagan, vizyonu hakkında ne düşünülürse düşünülsün, bunu çok ustaca yaptı. Reagan’ın oyun kitabından bir sayfa alan Bill Clinton da öyle. Bill Clinton, Demokrat Parti’yi kimlik bilincine sahip kanadından uzaklaştırdı, enerjilerini herkese fayda sağlayacak yerel programlara (ulusal sağlık sigortası gibi) yoğunlaştırdı ve Amerika’nın 1989 sonrası dünyadaki rolünü belirledi. İki dönem görevde kalarak, Demokratik koalisyondaki farklı gruplar için çok şey başardı. Kimlik politikası, tam tersine, ikna edici değil, ama büyük ölçüde etkileyicidir. Bu yüzden asla seçimleri kazanamaz, ama kaybedebilir.

Medyanın öfkeli beyaz erkeğe yönelik yeni keşfedilen, neredeyse antropolojik, ilgisi liberalizmimizin durumu hakkında olduğu kadar, bu kadar kötü niyetli ve daha önce göz ardı edilen figür hakkında da çok şey ortaya koyuyor. Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinin pratik bir liberal yorumuyla, Bay Trump’ın seçimi, büyük ölçüde, ekonomik dezavantajı ırksal öfkeye- “beyaz kirpik” tezine, dönüştürmeyi başardığı için kazandığı sonucuna varabilir. Bu açıklama liberallerin işine gelir, çünkü ahlaki üstünlük inancını onaylar ve liberallerin seçmenlerin yakıcı soruları hakkında söylediklerini görmezden gelmelerine izin verir. Aynı zamanda, Cumhuriyetçi sağın uzun vadede demografik yok olmaya mahkûm olduğu hayalini de teşvik ediyor, ki bu da liberallerin tek yapmaları gereken şeyin ülkenin kendi avuçlarına düşeceği günü beklemeleri olduğu anlamına geliyor. Bay Trump’a giden Latin oylarının şaşırtıcı derecede yüksek yüzdesi bize, etnik gruplar bu ülkede ne kadar uzun süre kalırsa, politik olarak o kadar çeşitli hale geldiklerini hatırlatmalıdır.

Son olarak, beyaz kirpik tezi liberallerin işine kolayına gelen bir açıklamadır, çünkü bu tez liberalleri, çeşitlilik takıntılarının beyaz, kırsal bölgelerde yaşayan, dindar Amerikalıları, kendilerini kimliği tehdit edilen veya göz ardı edilen dezavantajlı bir grup olarak düşünmeye nasıl teşvik ettiğini tespit etme sorumluluğundan kurtarır. Bu tür insanlar aslında çeşitli Amerika’mızın gerçekliğine tepki göstermiyorlar. (Sonuçta ülkenin homojen bölgelerinde yaşama eğilimindeler.) Ancak, kimlik söyleminin her yeri kaplıyor olmasına karşı tepki gösteriyorlar, bu da “politik doğruluk” ile kastettikleri şey. Liberaller, Amerikan siyasetindeki ilk kimlik hareketinin hala var olan Ku Klux Klan olduğunu unutmamalıdır. Kimlik oyununu oynayanlar onu kaybetmeye hazırlıklı olmalıdır.

Kimlik öncesi liberalizmin geçmişteki başarılarından esinlenen Kimlik sonrası bir liberalizme ihtiyacımız var. Böyle bir liberalizm, Amerikalılara Amerikalılar olarak hitap ederek ve onların büyük çoğunluğunu etkileyen konuları vurgulayarak tabanını genişletmeye odaklanacaktır. Böylesi bir liberalizm, bu işte hep beraber olan ve birbirlerine yardım etmeleri gereken vatandaşlardan oluşan bir ulusa seslenecektir. Sembolik olarak çok yüklü olan ve potansiyel müttefikleri, özellikle de cinsellik ve dine dokunanları, uzaklaştırabilecek daha dar meselelere gelince, böyle bir liberalizmde sessizce, hassas bir şekilde ve uygun bir düzeyde iş görmeye devam edecektir. (Bernie Sanders’ın deyişiyle, Amerika liberallerin lanet tuvalet muhabbetlerini duymaktan usandı. (ç.n. burada ima edilen şey unisex tuvalet tartışmaları)

Böyle bir liberalizme bağlı öğretmenler, dikkatlerini yeniden demokrasideki temel siyasi sorumluluklarına odaklayacaktır: bu kendi hükümet sistemlerinden ve tarihimizdeki başlıca güçlerden ve olaylardan haberdar olan kararlı vatandaşlar oluşturmaktır. Kimlik sonrası liberalizmi, demokrasinin sadece haklarla ilgili olmadığını da vurgulayacaktır; aynı zamanda vatandaşlarına bilgi edinme ve oy kullanma görevleri gibi görevler de verir. Kimlik sonrası liberal bir basın, ülkenin ihmal edilen kısımları ve oralarda neyin önemli olduğu, özellikle din hakkında, kendini eğitmeye başlayacaktır ve Amerikalıları dünya siyasetini şekillendiren ana güçler ve özellikle de onların tarihsel boyutu hakkında eğitme sorumluluğunu ciddiye alacaktır.

Birkaç yıl önce Florida’daki bir sendika kongresine Franklin D. Roosevelt’in 1941’deki ünlü “Four Freedoms” konuşması hakkında bir panelde konuşmaya davet edildim. Salon yerel resmi ve sivil kurum temsilcilerle doluydu: erkekler, kadınlar, siyahlar, beyazlar, Latinler. Milli marşı söyleyerek başladık ve ardından Roosevelt’in konuşmasının kaydını dinlemek için oturduk. Kalabalığa bakıp yan yana dizilmiş farklı yüzler gördüğümde, paylaştıkları konuya tümüyle odaklandıklarına şaşırmıştım. Roosevelt’in, o coşkulu sesiyle yaptığı, ifade özgürlüğünü, ibadet özgürlüğünü, bir şey istememe özgürlüğünü ve korkudan kurtulma özgürlüğünü hatırlatan konuşmasını dinlemek -Roosevelt’in “dünyadaki herkes” için talep ettiği özgürlükleri- bana Amerikan liberalizminin gerçek temellerinin ne olduğunu hatırlattı.

Meltem Miser
Gazi Eğitim Fakültesi Matematik Öğretmenliği 4. Sınıf Öğrencisi

 591 total views,  2 views today

Copyright © 2020 | Design & Development Serdar Kurtoğlu