23.09 2025
Teknoloji, Eğitimi Kötüleştiriyor Olabilir
Türkçeye Çeviren: Meltem Miser – Röportajın İngilizce metni için: https://news.stanford.edu/stories/2023/04/technology-might-be-making-education-worse Stanford Eğitim Fakültesi’nde doçent olarak görev yapan Antero Garcia, sınıf ortamlarında dijital araçlara yönelik artan kuşkuculuğunun nedenlerini ortaya koymaktadır. Görsel kaynağı: Kristina Closs |
Bir eğitim profesörü ve eski bir devlet okulu öğretmeni olarak, dijital araçların okullarda hayatları nasıl değiştirdiğini gördüm. Telefonlar gibi mobil teknolojilerin kendi sınıfımda öğrenci katılımını nasıl dönüştürebileceğini belgeledim. Dijital araçların, ülke çapındaki sınıflarda güçlü bir yurttaşlık eğitimi ve diyalog ağını nasıl oluşturabileceğini araştırdım ki bu, günümüz demokrasisini sürdürmek için hayati önem taşıyan eğitim unsurlarıdır. Ayrıca, küresel bir salgın esnasında okulu sanal yollarla sürdürmeyi mümkün kılan dijital teknolojilerin eğitimi daha güvenli hâle getirdiğine de tanık oldum. Örneğin Zoom ve Google Classroom, yüz yüze eğitimin mümkün olmadığı dönemde birçok öğrencinin sınıflara katılmasına olanak tanıdı.
Bu nedenle, teknolojilerin eğitimi olumlu yönde değiştirdiğini ve bu alana daha fazla yatırım yapmamız gerektiğini söylemek isterim ama bunu söyleyemiyorum. Eğitim teknolojilerinin hayat değiştiren olanaklarını belgelemeye harcadığım önemli akademik zamanın ardından, bu araçların okullarımızı yavaş yavaş zehirliyor olabileceğini düşünmek hoşuma gitmiyor. Onların önerilen ve dönüştürücü değerlerine rağmen, eğitim teknolojisine yaptığımız yatırımın aslında okullarımızı daha kötü bir hâle getiriyor olabileceği şüphelerini taşıyorum.
Bir sınıf öğretmeniyken, öğrencilerim için etkileyici ve sürükleyici deneyimler yaratmak adına en yeni araçlara güvenmekten büyük keyif alırdım. Edebiyat karakterlerini çalışırken, Janie Crawford’lar, Holden Caulfield’ler ve diğer karakterler için sosyal medya profilleri oluşturur, sınıf filmleri hazırlar, dijital yollarla öğrendiğimiz fikirleri paylaşmanın eğlenceli yollarını arardık. Öğrencilerin popüler kültür ve çevrelerindeki dünya ile ilgilerini geliştirmek için teknolojiyi kullanmak heyecan vericiydi.
Ancak, zamanla, teknolojide sevdiğim yönlerin aslında teknolojiyle çok az ilgisi olduğunu; esas olanın gençlerle otantik öğrenme deneyimleri oluşturmak olduğunu anlamaya başladım. Bu dijital keşiflerin merkezinde öğrencilerle kurduğum ilişkiler ve aramızda oluşan güven vardı.
“Günümüzdeki bu dijital devrime karşı giderek daha şüpheci olmamın nedenlerinden biri, bu araçların öğrencilerin bedenlerini ve çevreleriyle olan ilişkilerini yeniden şekillendirmesidir.”
Bugün sınıflarda kullanılan dijital araçların sunduğu imkânları görüyorum. Ancak araştırmalarım, kullanıcıların çevrim içi ortamlardaki etkileşimlerini yeniden şekillendiren Amazon, Netflix ve Google gibi dijital platformlara odaklandığında, tek tek araçların “ağaçlarına” bakarken daha geniş ölçekteki toplumsal ve bilişsel sorunların “ormanını” gözden kaçırdığımızı göstermektedir.
Çoğu insan, çevrim içi sosyal yaşamında her gün platformlarla karşılaşmaktadır. Market alışverişlerimizi yaptığımız birkaç çevrim içi mağazadan, en sevdiğimiz dizileri ve medya içeriklerini izlediğimiz sınırlı sayıdaki yayın sitesine kadar, internet kullanımımız bugün birkaç büyük Silikon Vadisi şirketinin sunduğu platformlara indirgenmiştir. Sosyal medya etkinliklerimiz de çoğunlukla bir ya da iki siteyle sınırlıdır; burada arkadaşlarımızın ve yakınlarımızın paylaşımlarını, fotoğraflarını ve tekrar eden videolarını takip etmekteyiz.
Bu platformlar çevrim içi ve çevrim dışı yaşamlarımızı görece az sayıdaki şirket ve mekâna sınırlandırmaktadır; iletişimimizi sınırlı araçlarla sürdürmekte ve çoğu zaman algoritmalar tarafından önerilen medya içeriklerini tüketmekteyiz. İnternetin bu merkezileşmesi – onlarca yıldır süregelen bir eğilim – beni oldukça rahatsız ediyor.
Sosyal medyanın savunmasız gruplar üzerindeki negatif etkilerini bilerek gizlemekten ırkçı önyargıları pekiştiren araçlar yaratmaya kadar uzanan bu platformlar, hem gençlere hem de yetişkinlere zarar veriyor ve yanlış bilginin yayılmasına zemin hazırlıyor. Okullarda bu araçlarla ilgili pedagojik ve etik birçok soru anlamlı biçimde ele alınmıyor, hatta yetişkinler bile çevrim içi yaşamlarını nasıl yöneteceklerini pek bilmiyor gibi.
“Bunun eğitimle ne ilgisi var?” diye sorabilirsiniz. Oysa platformlar, modern okulların işleyişinde de önemli bir yere sahiptir. Sınıf yönetimi yazılımlarından yoklama takibine, pandemide öğrencilerin güvenli bir şekilde bir araya gelmesini sağlayan çevrim içi araçlara kadar, bugün okullarda neredeyse her öğrenci etkileşimi bu platformlar aracılığıyla yönlendirilmektedir. Ancak okul bölgeleri, bu araçları kullanırken beraberinde getirdikleri daha geniş kapsamlı dönüşümleri dikkate almamaktadır.
Örneğin, Classroom Dojo gibi yönetim aracı kullanmak ya da Accelerated Reader gibi öğrencilerin okuma ve gelişimini izleyen yazılım programları kimilerine göre günlük ihtiyaçlara cevap veriyor olabilir. Fakat bu araçlar değerlendirme sürecini sınırlıyor ve öğrenmenin yanlış yorumlanmasına dayalı olarak öğrencileri cezalandırıyor.
Bunun yanında bir diğer sorun da platformların kaçınılmaz olarak büyük miktarda veri biriktirmesi. Sanal gerçeklik gözlüklerinden e-kitap okuyuculara, öğrenci kimlik kartlarındaki küçük sensörlerden okullara giriş çıkışların izlenmesine kadar öğrencilerin her türlü hareketi ve bilgisi toplanıyor ve bu öğrenci verileri okullardan alınıp şirket veri tabanlarının “sanal kara kutularına” aktarılıyor.
Bu dijital devrime karşı giderek daha kuşkucu olmamın nedenlerinden biri, söz konusu araçların öğrencilerin bedenlerini ve çevreleriyle kurdukları ilişkileri yeniden şekillendirmesidir. Gençler artık bütüncül bireyler olarak değil; yoklama, akademik ilerleme ölçütlerini karşılama ya da okul binasındaki konumlarını doğrulama gibi kutucukların işaretlendiği varlıklar olarak görülmektedir. Okullarda öğrencilerin gerçekleştirdiği neredeyse her eylem – cihazlara giriş yapmaları, binalara erişmeleri veya özel çevrim içi yaşamlarında içerik paylaşmaları – fark edilmekte ve kaydedilmektedir. Bu durum, öğrencilerin zihinlerinden ve duygularından koparılmalarına yol açmaktadır. Dolayısıyla günümüz okullarında çocukların öğrendiği en büyük ve örtük derslerden biri, geleneksel ve kamusal toplumun bir parçası olabilmek için mahremiyetlerinden feragat etmek zorunda olduklarıdır.
Salgın durumu bu hâli daha da kötüleştirdi. Başlangıcında bazı okullar, öğrencilerin göz hareketlerini izleyen yazılımlara dayandılar; bunun gerekçesi öğrencilerin dikkatlerini görevlerinde sürdürmelerini sağlamaktı. Benzer şekilde, birçok okul, öğrencilerin ders süresince kameralarının açık olmasını talep etti.
Bu uygulamalar öğrencilerin akademik gelişimleri ve çıkarları için gibi görünse de, bugün gençlerin yaşamlarında göze çarpmayan (ve genellikle daha görünmez olan) gözetim normallik kazanıyor.
Tüm bu araçların bütünüyle reddedilmesini önermiyorum; ancak daha temkinli olunması gerektiğini vurguluyorum. Bugün sınıflarımızda kullandığımız en masum görünen kaynakların bile bazı bedelleri vardır. Okullarda kullanılan her Wi-Fi bağlantılı “akıllı” cihaz, öğretmenlere ve öğretmenlik mesleğine değil, teknolojiye zaman, para ve uzmanlık yatırımı yapılması anlamına gelmektedir.
Okulları dijital araçlar aracılığıyla düzeltmeye ya da kurtarmaya odaklanmamız, bu görünmez platformların sağladığı fayda ve kolaylıkların buna değer olduğu varsayımına dayanmaktadır.
Buna karşın, platformların öğrencileri sayısal verilere dönüştürme biçimlerini incelemeye devam eden çalışmalarım, bu süreçte hem öğrencilerin hem de öğretmenlerin yaratıcılık ve hayal gücünün yok sayıldığını ortaya koymaktadır.
Meltem MİSER
MEB Lise Matematik Öğretmeni
Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Matematik Eğitimi Yüksek Lisans