Press "Enter" to skip to content

Forum / Geri Tuşuna Basmak: Eleştirel Dijital Pedagoji ve Yapay Zekâ

 

10.02 2025

 

 

 

Geri Tuşuna Basmak: Eleştirel Dijital Pedagoji ve Yapay Zekâ

Türkçeye Çeviren: Meltem Miser – Röportajın İngilizce metni için: 

https://www.seanmichaelmorris.com/hitting-backspace-critical-digital-pedagogy-and-ai/

Yapay zekâ, sadece; insan hayatının otomatikleşmesine izin verdiğimiz için çalışıyor.

Eleştirel dijital pedagoji, hiçbir zaman okullardaki dijital teknolojiyle ilgili olmamıştır. Her zaman dijital teknolojinin öğrenmeyi etkilediği okullardaki insanlarla ilgili olmuştur. Pedagojinin teknoloji aracılığıyla nasıl uygulandığı değil, teknolojinin pedagojiye ne yaptığı ve pedagojinin buna nasıl yanıt verebileceği ya da vermesi gerektiği ile ilgilidir.

Bence eğitim teknolojisindeki her yeni gelişme, öğrenmenin ve öğretmenin — ve insan olmanın — ne anlama geldiğini yeniden düşünmek için bir fırsattır.

Bugün yaptığımız her şey, dijital teknolojiyle şekillenmektedir ve tüm öğretme ve öğrenme süreçleri bir şekilde dijital hale gelmiş durumdadır. Ancak bu, öğretme ve öğrenmenin tamamen dijital olduğu anlamına gelmez. Öğretme ve öğrenme, özünde insani uğraşlardır.

Bu yüzden, çevrim içi ders veren ya da vermeyi planlayan akademisyenlere verdiğim ilk tavsiye, ekranın varlığının ne onları ne de öğrencilerini değiştirdiğini unutmamaları oluyor. Biz ekran aracılığıyla öğretiyoruz, ekrana öğretmiyoruz. Bu konuda daha önce de şunu yazmıştım:

Çevrim içi olmayı düşünmekten vazgeçin. Öğrenme çevrimiçi gerçekleşmez. Öğrenme, ellerin ve parmakların, ayakların ve ayak parmaklarının olduğu; düşünen birinin göz kırpışlarının yavaşladığı, kalp atışı olan, nefes alan bir insanın olduğu gerçek bir yerde gerçekleşir.”

Gerçek mekânlar, gerçek eller ve parmaklar, nefes alan bir insanın fikri, eleştirel dijital pedagojinin tam kalbinde yer alır. İşte bu yüzden Hybrid Pedagogy dergisi bu adı taşıyor ve Digital Pedagogy Lab yüz yüze bir etkinlik olarak tasarlandı. Çünkü bu çalışma teknolojiyle değil, her zaman insanlarla ilgili oldu.

Teknoloji—yeni teknolojiler, teknolojinin varlığı, teknolojiyi çalıştıran özel veri sistemleri ya da o günün teknolojisine erişim anlamına gelsin—öğrencilerin öğrenme çabasını şekillendiren koşulları değiştirebilir ya da etkileyebilir. Ceplerindeki telefondan geniş bant ve kablosuz ağa erişimlerine ve üretken yapay zekâya kadar, öğrencilerin öğrenme biçimleri teknoloji şirketlerinin yeni platformlar ve özellikler sunması kadar hızlı bir şekilde değişebilir.

Aslında öğretmenlerin, öğrencilerin çalışma ve öğrenme biçimleri üzerinde benzersiz bir kontrole sahip olmalarının üzerinden çok uzun zaman geçti; bu kontrol artık teknoloji şirketleri tarafından paylaşılıyor ve bazı durumlarda da domine ediliyor. Öğrenme bir gelir kaynağına dönüştü, bilmek ve anlamak kârlı hale geldi. Öğretmenler, teknoloji şirketlerinin ürünlerini nasıl geliştirdiğini etkilemeye çalışabilir veya en azından bu ürünlerin öğrencilerin koşullarını nasıl değiştirdiğini mümkün olduğunca iyi anlayarak derslerini buna göre şekillendirebilir.

Bu durum, yıllar önce Bloom Taksonomisi’ni sistemleştirerek çevrimiçi eğitimin yıllarca sürecek rotasını çizen öğrenme yönetim sistemlerinin (LMS) ortaya çıkışında da geçerliydi; bugün üretken yapay zekânın doğuşunda da geçerli. Üretken yapay zekâ, eğitime dayatılan en son teknoloji ve ona vereceğimiz yanıt—eğer bu yanıt eleştirel dijital pedagojiyi temel alıyorsa—bu teknolojinin öğrenme sürecini nasıl etkileyebileceğini, nasıl değiştirdiğini, nasıl değiştirmesi gerektiğini ya da değiştirmemesi gerektiğini anlamaya çalışmak olmalı ve ardından öğretimimizi buna göre uyarlamalıyız.

Ama çok net olmak istiyorum: Öğretimimizi üretken yapay zekâya adapte etmemiz gerektiğini söylemiyorum. Yapay zekâ nedeniyle öğrencilerin değişen koşullarını öngörerek öğretimimizi buna göre şekillendirmemiz gerektiğini söylüyorum.

Örneğin, üretken yapay zekâ dijital uçurumu ve sahip olanlar ile olmayanlar arasındaki kültürel ayrımı daha da derinleştirebilir. Tüm platformlar ücretsiz değil. Örneğin, ChatGPT’nin ücretli sürümü, ücretsiz olanına kıyasla hem daha esnek hem de daha doğru. Ama en yeni modellerin maliyetinden bağımsız olarak, bir de bu platformlara erişimi olanlar ve olmayanlar arasındaki ayrım var. Yapay zekâya erişimi olan bir öğrenci daha hızlı araştırma yapabilir, daha hızlı yazabilir, daha düzenli dil pratiği yapabilir ve diğer öğrencilerin ulaşamayacağı türde yardım ve tavsiyeler alabilir.

Üretken yapay zekâ, aynı zamanda yaratım sürecini ve öğrencilerin kendilerini kendi çalışmalarının yazarı olarak görme biçimini de değiştirebilir. Büyük dil modellerinin çıktılarının intihal olup olmadığı konusunda tartışmalar sürerken, öğrenciler bu platformları yazma biçimlerini değiştirmek, yazma üzerine düşünmek ve sahiplik kavramını yeniden ele almak için kullanıyor. Kendi seslerinin önemini onlarla tartışmazsak ve ödevlerimizi, öğrencilerin akademik dünyaya yapabilecekleri anlamlı katkıları yansıtacak şekilde değiştirmezsek bu yeni koşula uygun bir eğitim veremeyiz.

Bunun yanı sıra, üretken yapay zekâ, öğrenciler arasında giderek büyüyen “yalnızlık salgınını” daha da şiddetlendirebilir. Yapay zekâ, insan yanıtlarını ve bilgiyi taklit etmede ne kadar ustalaşırsa öğrencilerin yalnızca öğretmenlerinden değil, aynı zamanda ders çalışırken ya da öğrenirken birbirlerinden de uzaklaşma riski o kadar artar. İnsani bağ giderek daha fazla önem kazanıyor; bu nedenle öğretmenlerin insancıl pedagojiler, öğrettikleri insanlar için ve onlarla birlikte ve onlara yönelik pedagojiler geliştirmeleri gerekiyor. Her yerde herkes yeni yapay zekâ okuryazarlıklarının neye benzediğiyle ilgileniyor, oysa belki de giderek geride bıraktığımız insan okuryazarlıkları hakkında düşünmemiz gerekiyor.

Yapay zekâ konusunda beni en çok rahatsız eden şey, ona gösterdiğimiz ilgi. Evet, olası bir kültür değiştirici; evet, eğitimi etkileyeceğine şüphe yok. Ancak gerçek şu ki, yapay zekâya ne kadar çok ilgi gösterirsek, insanlara o kadar az ilgi göstereceğiz. Sizin gibi, benim gibi -okyanuslar, kültürler, diller ve inançlar arasında bölünmüş insanlar. Ama günün sonunda üzülen, mutlu olan, korkan ama dirençli olan, ailelerini ve arkadaşlarını seven, kimliklerimiz hakkında sorular soran, adalet arayan, zarar veren ve verdiğimiz zararı telafi etmeye çalışan insanlardır.

Bir yandan, yapay zekânın ne yapıp yapamayacağını umursamıyorum. Benim için önemli olan, her zaman önemli olan, insanların ne yapabileceği. Ne söylediğimiz, ne söylemek istediğimiz, ne söylememiz gerektiği ve söyleyerek ne öğrendiğimiz, işte bu tamamen insana özgü bir şey.

Üretken yapay zekânın eğitimde yarattığı en büyük tehdit, ilgisizlik tehdididir – işimizin ne kadarını başarabileceğini fark etmeyeceğimiz ve bu işi bizim için yapmasına sorgusuz sualsiz izin vereceğimiz tehdidi – oysa yapmamız gereken, işimizin bu kadar çoğunun neden bir algoritma tarafından yapılabileceğini sormaktır.

Yapay zekâ, sadece; insan hayatının otomatikleşmesine izin verdiğimiz için çalışıyor. Öğretim ilk olarak ilk öğrenme yönetim sistemi olan PLATO-Otomatik Öğretim İşlemleri için Programlanmış Mantık’ın icadıyla otomatik görevlerin bir rutini olarak kabul edildi ve o zamandan beri, öğretimi giderek daha fazla bir dizi görev olarak düşündük-öğrenme çıktıları ve hedefleri, bu çıktılara dayanan ödevler, bu çıktıları test eden değerlendirmeler- ve öğretimi giderek daha az bir zanaat olarak düşünüyoruz.

Ödev veriyoruz ve puanlıyoruz, ödev veriyoruz ve puanlıyoruz. Öğrenme yönetim sistemleri, bir dersi kaydedip yıllarca tekrar tekrar oynatmayı mümkün kıldı; ödevleri, sınavları tekrar edilebilir hâle getirdi ve bize, öğrencilerin de önceki dönemlerde sınıflarımızda oturanların birer tekrarı olduğunu düşündürdü.

Üretken yapay zekâ, bu otomatikleşmiş öğretim görevlerinin yükünü üzerimizden almanın yollarını sunuyor. Yapay zekâdan önce gelen teknolojiler sayesinde öğretimin büyük bir kısmı otomatik hâle geldiği için artık yapay zekânın bu işlerin çoğunu yapması mümkün. Bizim yerimize sınav kâğıtlarını puanlayabiliyor. Geri bildirim sağlayabiliyor. Ders planları, ödevler ve değerlendirme araçları tasarlayabiliyor. Bunu sınıflar arasında ve dönemler arasında aynılık ve tutarlılık arzusuyla birleştirdiğimizde, öğretimi, öğrencilerden çok büyük bir dil modeliyle etkileşime girdiğimiz ve öğrencilerin de buna karşılık aynı şeyi yaptığı bir “komut mühendisliği” olarak hayal etmek kolaydır.

Buradaki tehlike, üretken yapay zekânın, öğretmenler ve öğrencileri arasındaki mesafeyi daha da açabilecek bir araç olmasıdır. Bunu yapabilmesinin sebebi, bizim öğretmenliği otomatikleşebilir bir süreç hâline getirmemize izin vermiş olmamızdır.

Daha önce de söylediğim gibi: Eğitim teknolojisindeki her yeni gelişme, bizim için öğrenmenin ve öğretmenin ne anlama geldiğini düşünmek adına bir fırsattır. Üretken yapay zekânın sahneye çıkmasıyla birlikte bu, eskiden beri geçerli olan bir anlam kazanıyor.

Bilge bir arkadaşım kısa süre önce şunu fark etti: ChatGPT hiçbir zaman geri silme (backspace) tuşuna basmaz; ancak insanlar için geri silmek gereklidir. Yazarken geri döneriz, öğretirken geri döneriz, birbirimizle ilişki kurarken geri döneriz, severken geri döneriz. Çünkü revizyon sürecinde yeni anlayışlar, kendimizi ifade etmenin yeni yollarını buluruz. Daha iyi yapmaya ilgi duyarız; kendimizi şaşırtmaya, başarılarımızla gurur duymaya ilgi duyarız ve hiçbir başarı, gözden geçirme sürecinden geçmeden tamamlanamaz.

Hazırladığım her ders programının en başına Thomas P. Kasulis’ten şu alıntıyı eklerdim:
“Bir sınıf, bir süreçtir, kendi hedefleri ve dinamikleri olan bağımsız bir organizmadır. En yaratıcı ders planının bile öngöremeyeceği bir şeydir.”

Bu benim için her zaman şu anlama gelmiştir: Öğretmenlik; hayal gücü, doğaçlama, dinleme, beklenmedik gelişmeler ve doğan yeni fırsatlar içeren bir eylemdir.

Bu, bir bakıma Bell Hooks’un şu sözlerinde ifade ettiği şeydir:
“Öğrencilerimizin ruhuna saygı gösteren ve onlara özen gösteren bir şekilde öğretmek esastır; ancak bu sayede öğrenmenin en derin ve en içsel şekilde başlayabileceği uygun koşulları sağlayabiliriz.”(Teaching to Transgress, 14)

Başka bir deyişle, öğretim aslında otomatikleştirilebilir bir şey değildir. Aksine, dönüşüm için bir mekanizmadır. Ne kadar büyük olursa olsun, hiçbir veri kümesi bize yeniden “olasılık” sunamaz. Hiçbir ders planı, hiçbir ders anlatımı, hiçbir değerlendirme rubriği bir öğrencinin ne yapabileceğini tam anlamıyla kapsayamaz, sadece onların ne yapmasını beklediğimizi gösterebilir. Yapay zekâ, ne kadar iyi tasarlanmış olursa olsun bize insan yüreğini, insan tutkusunu, insan hayal gücünü geri veremez.

Maxine Greene’in de yazdığı gibi:
“Dönüştürücü pedagoji, hem mevcut koşullarla hem de hayata geçirmeye çalıştığımız bir şeyle ilişki içinde olmalıdır.” Öğretim, “bizzat insanlık durumuyla yüzleşir… Derin varoluşsal sorularımıza yalnızca boş bir sessizlikle karşılık verildiğinde yaşadığımız anlamsızlık deneyimleriyle karşı karşıya gelir.” (Releasing the Imagination, 51)

Öğretmenlerin görevi, bu boş sessizlikleri doldurmak değil; öğrencilerin bunu kendileri için yapabilecekleri becerileri, yetkinlikleri ve hayal güçlerini geliştirmelerine yardımcı olmaktır.

İşte bu yüzden her sınıf, bir süreçtir, öğrenme tekrarlanabilir değildir ve bundan dolayı her zaman “geri sil” tuşuna basmalıyız. İnsanlığımız, geri silme eylemine bağlıdır. Doğru olanı yapabilmek için hata yapmam gerekir. Senin de öyle.

Bu da bir başka insani tuhaflıktır: Doğru olanı yapma arzusu. Başkalarına fayda sağlama isteği… Üretken yapay zekâ, başkalarına fayda sağlamakla ilgilenmez. Çünkü üretken yapay zekânın hiçbir ilgi alanı yoktur. Bilinçli değildir, zeki değildir. Sadece son derece gelişmiş bir sözlük, eş anlamlılar sözlüğü ve ansiklopedinin, eyleme geçebilen ve tarihe müdahale edebilen bir varlıkmış gibi görünen bir biçimde paketlenmiş hâlidir, insan zihni gibi görünen bir şeyin suretidir. Ama yalnızca bir otomattır; iradesi yoktur, yaptığı şeylerin hiçbir sonucu yoktur ve ona öğrenmesi söylenmedikçe öğrenemez.

Başarısızlık, yas, kayıp, endişe, özlem, sevgi… Bunların hepsi insan öğreniminin, insan fikirlerinin temelinde yatar. İronik bir şekilde ya da belki de tam olması gerektiği gibi, bunlar aynı zamanda yapay zekânın yaratılmasının temelinde de yatıyordu. Bir mühendisin özlemi, bir dilek, yaratıcı bir kıvılcım—yapay zekânın asla yaratıcılarına geri veremeyeceği şeyler…

Meltem MİSER

MEB Lise Matematik Öğretmeni
Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Matematik Eğitimi Yüksek Lisans

 

 

Loading

Copyright © 2020 | Design & Development Serdar Kurtoğlu