Press "Enter" to skip to content

Okullarda Neler Oluyor? (5) / Emin Toprak

26.02.2024

Okullarda Neler Oluyor? (5)

Bu yazı dizisi öğrencilerin ‘yarıyıl tatili’ sevinç çığlıkları ile başlamıştı.

Peki, sevinç çığlıkları ne zaman ve niçin atılır?

Bu soruya verilecek değişmez bir ortak cevabı vardır o da şöyledir:

Bir ‘müjde’ alanlar veya kötülükten kurtulanlar sevinç çığlıkları atarlar.

Demek ki, öğrenciler okuldan ayrılmayı bir ‘bayram’ ilan etmişler!

Peki, öğrenciler/çocuklar yani en değerli varlıklarımız, akran buluşmasını ve sosyalleşmeyi en yoğun yaşadıkları okuldan niçin kaçmak istiyor ki?

Bu sorun; ülke, okul, öğretmen, veli için bir ayıp, gelecek kara günlerin habercisi ve çözülmesi öncelikli bir ülke sorunudur.

Tabii ki, tüm yaşamsal sorunlar gibi bu eğitim sorunun da birçok psiko-sosyal-ekonomik nedenleri vardır.

Ben sadece ezberci sistemin; derslik ile evlerdeki bazı uygulamalarına ve sistemin destekçisi olmuş öğretmen ile velilere dair anımsatmalar, bir de “sınav”-“ödev” araçlarına dikkat çekmek istiyorum.

Karşımızda: Bilimden yoksun, ezberci ucube bir sistem var!

Bu sistem devletin denetim ve gözetiminde; anaokulundan-üniversiteye tüm öğrencileri, tüm branş-sınıf öğretmenlerini, tüm velileri etkilemiş ve büyük bir çoğunluğun desteğiyle kök salarak güç kazanmıştır.

Ve bu sistemin faturası da öğrencilere yani geleceğimize kesilmektedir.

DERS – SINAV – ÖDEV

Okullar zincirin her halkasında; öğretmen çok bilen ve kürsüde ‘DERS’ anlatandır. Öğrencilerin (kimi uyuklar) dinleyenleri de ‘SINAVA HAZIRLIK’ olsun diye anlatılanı sözcük sözcük ‘EZBERLEMEK’ ister. Çünkü o öğrenci biliyor ki, ‘SINAV’ yapılınca, bu ezberi aynen tekrar etmezse düşük ‘NOT’ alacaktır. Bu anlayış içinde verilen ders saati bitmek üzere iken kürsüdeki öğretmen tüm sınıfa, sonraki derse hazırlık olsun diye bir ‘ÖDEV’ verir.

Günün yorgunu olarak eve varan öğrencinin; hem akranlarla buluşma, oyun oynama, TV izleme vb. istekleri hem de birkaç dersten ödevleri vardır.

Veli karşıladığı çocuğu için sofrayı hazırlarken bir yandan da ona; hal hatır sorar, günün ders-sınav-ödev durumunu anlattırır ve yemek faslı biter… Ve velinin: Bak çok ödevin varmış hemen masa başına! deyişi yankılanır evin içinde.

Çok az çocuk tüm isteklerini öteleyip bu komuta boyun eğer ve uykulu gözlerle ödevlerini yapar.

Çocukların büyük çoğunluğu ise ödev yapmak için direnirse de sonunda veli desteğiyle ödevlerini hazırlarlar.

Ve bu çocukların hepsi ‘yarın’ olduğunda öğretmeninden bir övgü, bir gülücük beklerler. Yarın olur öğretmen ödevleri hiç sormaz, yapılanlara bakmaz, o yine kürsüdedir anlatmaya devam eder. (Pek çok öğretmene: “Verdiğiniz ödevi niçin kontrol etmiyorsunuz? diye sormuş, hemen hepsinden: “Eğer gereğiyle bir ödev kontrolü yaparsam ders saati yetmez ki! cevabını veriyordu. Ve ben de: “Peki, bu durumun öğrencide neleri yok ettiğini hiç düşündünüz mü? sorusunu sorar ve hiçbirinden cevap alamazdım.)

Böylece çocuğun: akran buluşması, oynama, TV izleme vb. doğal istekleri karşılıksız kalmış, çocuk-veliyle tartışması yaşanmış, uykusuz kalınmıştır. Ve en önemlisi de verilen emek ilgi görmemiştir.

İşte böyle başlar, Öğrenci-Öğretmen-Veli arası güvensizlik ve çatışmalar.

İşte bu süreç öğrenciye hile yaptırır, yalan söyletir ve velileri de bu işlere ortak eder.

İşte böyle başlar, çocuğun veliye-öğretmene-okula karşı feryatları ve onlardan kurtulduğunda sevinç çığlıkları atmaları…

Tüm bu olumsuzluklar; bilimsel-insancıl amaç ve ilkeleri bulunmayan, ezberci bir eğitim sistemi ile onun ‘Ders’ “Sınav” ‘Ödev’ araçları yüzünden yaşanıyor.

Bu kapkaranlık ezberci eğitim sistemi; bağımsız düşünemeyen, sadece verilen komutlarla yol alan, yalanı, hileyi mubah sayan fanatik kişiler yetiştirir. O kişiler de gaddarca yıkar, yakar, öldürür!
Böylesi bir iklimde yetişen nesil ne özgür düşünebilir ne makine yapan makine yapabilir ne de bilişim ve yazılım sektöründe başarılı olabilir.

Demek ki bu sistem hepimiz herkes için bir gelecek sorun olmuştur. Düşünmeli, tartışmalı, birlik olup bu kul, köle, çaresiz yetiştiren gerici çağdışı sisteme dur demeliyiz.

Çünkü, olup bitenleri görüp susmak bir suçtur.

Bu insanlığa, çocuklara, geleceğe karşı işlenmiş bir suçtur!

Bu hepimizin ortak suçu, acısı ve utancıdır!

Veli-öğrenci-öğretmen olarak, bu suçu işleyenlere dur demeliyiz!
Ancak toplumsal birliktelik sağlanırsa, bu insanlık dışı anlayış yok olur, kurduğu düzeni yıkılır ve eğitim sistemi de kaostan kurtulur.

***

Bir toplumun çağdışı anlayıştan, bilimsel anlayışa geçmesi oldukça zor bir süreçtir. Bunun için bilimi, barışı, demokrasiyi esas alan, insanı saygın gören, çağdaş bir eğitime ihtiyaç vardır.

Çağdaş eğitim anlayışı; öğrenciyi odak alır ve yaşamın olduğu her yerde de eğitimi öngörür. Süreç diyalektik olduğundan: ortam, koşul ve katılımcılar sürekli olarak gelişir, dönüşür ve değişirler.

Diyalektik eğitimde; öğrenci-öğretmen kavramları da değişkendir:

Kürsü ortaklaşa kullanılır, bazen öğretmen öğrenci olur bazen de öğrenci öğretmen…

Ve öğrenciniz bir gün, sizin doğru bildiğiniz yanlıştır deyip, bunu kanıtlayabilir!

Kısacası okul sürecinde paydaşlar; birlikte öğrenir, öğretir, sosyalleşir.

Bir önceki yazıda sınıftaki öğretmeni, bir trafik görevlisine benzetmiştim.

Şimdi ise bu tanımlamanın, “doğru fakat eksik” olduğunu düşünüyor ve diyorum ki:

“Öğretmen, sınıfta bir orkestra şefi anlayışıyla çalışmalı!”

Çünkü, orkestra şefi yüzünü göstermez ve öncelik de istemez! O belki, iyi bir kemancı, piyanocu, … ve ses de değildir.

Fakat O, büyük bir grubu jest-mimikleriyle yöneten, yönlendiren, gruptaki her ses, yeti, beceriyi ortaya çıkaran ve bu değerleri tanıtan geliştiren ortamın etkili bir öznesidir.

Çağdaş bir öğretmen de; sınıfındaki çeşitliliği, çok sesliliği yönetirken, orkestra şefi anlayışıyla çalışmalı, farklı değerlere özgün ve özgüvenli bir değişim-gelişim ortamı sağlamalıdır…

Emin Toprak – DOSTÇA

 383 total views

Okullarda Neler Oluyor? (4) / Emin Toprak

18.02.2024

Okullarda Neler Oluyor? (4)

Okullarda neler oluyor diye yola çıkmıştık, devam ediyoruz.
Eğitim sürecinin tarihsel bir genellemesini yaptıktan sonra da okula ya da dersliklere girmek istiyorum.

İnsanlar dünyaya bir genetik miras ve beş duyu organıyla donanmış bir bedenle gelirler. Her canlı gibi onun da amacı güven içinde, sağlıklı-mutlu yaşamaktır.

Lütfen dikkat ediniz her canlı dünyaya; iyi ve mutlu ‘yaşamak için’ gelir dedim. Ölünce gidileceği varsayılan ‘öteki dünya’ için gelmiyor demek istedim!

O halde, doğumla başlar insandaki yaşam tutkusu ile eğitim ihtiyacı. Eğitim insanın; gördüğü, duyduğu, kokladığı, tattığı dokunduklarını akılla değerlendirerek, yaşamı daha iyi kılma arayışıdır. Başka bir anlatımla bir sorunu çözebilme başa çıkmadır eğitim. Eğitim insanın beceri kazanıp üretmesidir. Bu çabaların sonucuna göre de insan: güler, ağlar, konuşur, düşünür, gelişir ve değişir.

Çok önceleri henüz devlet yokken insanlar ev-sokak-meydan-mahallede alırmış eğitimi. Daha daha sonra ‘devlet’ denen bir ‘güç’ ortaya çıkmış, o güç de gücünü sürekli kılmak için okullarda başlatmış eğitimi.

Asırlar boyu insanlar yaşamak, kralın kul-kölesi olmak için eğitim almış, savaşa gidip ölmüş-öldürmüş. Farklı olanlar da kul-köle olarak değil daha özgür bir yaşamın yol-yöntemlerini bulmak için yaşamı pahasına asırlarca düşünmüş, tartışmış…

SONUÇ:

Dünyada çokça otokrat, çok az sayıda demokratik devlet var oldu. Ve tabii ki eğitimi demokratik olmayan ve demokratik olan iki anlayış….

Okullardaki eğitim-öğretim sürecinin içerik-amaç-ilke-yol-yöntemlerini o devletin egemen anlayışları düzenler, uygular ve denetlerler.

***

Okullardaki derslerin tümüne: “Hayat Bilgisi” diyebiliriz. İnsanlar ömür boyu bu yaşam bilgilerini arar dururlar.

Okuldaki akranların beş duyu organına sahip olması, onlara benzer algılar ve eşitlik sağlar. Algıların eşitliği her bireyin; akıl-mantık-yetileriyle birleşince ortaya bireysel farklıklar çıkar.

Bu farklılıklar öğrencilerin gerçekleridir. Okulun ve öğretmenin görevi bu bireysel farklılıkları kabul etmek ve onlara uygun koşul ve ortam sağlamaktır.
Sınıflar toplumun küçük bir kesitidir, orada da bireysel farklılıkları olan öğrenciler hem de farklı eğitim anlayışına sahip öğretmenler bulunur…

Şimdi size tüm resmi ve özel okullarda, bireysel farklılıkların, farklı eğitim anlayışlarınca nasıl yönetildiğini abartısız olarak sunuyorum:

Diyelim ki, iki 3. sınıfı şubesi bulunan X okulunda o gün:

Ders: Hayat Bilgisi, Konu: Ulaşım. Süre: 40 dakika

Amaç: Güvenli ve ekonomik şekilde bir yerden başka bir yere gitmek.

Ve ders başladı!..

*

3/A sınıfı ve öğretmeni:

Öğretmen tahtaya kocaman bir gemi fotoğrafı yansıtır ve gördüklerini anlatmaya başlar.

Güzel konuşan, planlı ve teknolojiyi sınıfa taşıyarak ders anlatan biridir o. Gemi çeşitlerini, su yoluyla ulaşımın kolaylık ve kazançlarını … detaylı anlatır…

Sınıf ise dikkatle dinlemektedir.

Ve zil çalar!
(Bir anımsatma: Şu an anaokulundan-üniversiteye tüm okullarımızda, öğretmenlerin %90 (yüzde doksan) böyledir. Ya da böyle bir öğretmen olma çabası içindedirler.)

Bu öğretmenler: çok sevilen, istenen, çevresi ve imkanı olan velilerin de uzak-yakın mesafeyi düşünmeden arayıp buldukları öğretmenlerdir.

Bu veliler; çocukları öğrendiklerini papağan veya muhabbet kuşu gibi tekrar etsin ve sınavlarda yüksek not alsın isterler.

Bu veli çocuğunun; güçlü bir bellek kazansı uğruna, onun duyu, duygu, deneyim, düşünce, sorma … beceri yoksunu olmasını göze alıyor!

Ve bu ezberci eğitim ile gelecekte ne büyük kayıplar yaşanacağını bilmek düşünmek istemiyorlar.

Tabii ki sadece veliler değil öğretmenler de böylesi bir ezberci eğitim-öğretimi içselleştirmişler!

Yani sanki bu tuhaflık genetik bir güdüye dönüşmüş!

Büyük çoğunluğun ortaklaştığı bir anlayış:

Ezberci neslin; nas ve dogmalara inanan, düşünemeyen, soru sormayan, yorum yapmayan, emirle iş yapan ‘kullar’ olduğunu..

Dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek isteyen günün iktidarına güç sağladığını…

Düşündüren, soru sorup yorum yaptıran: felsefe, mantık, psikoloji, tarih, sosyoloji, biyoloji bilmeden büyümenin geleceği karanlık kılacağını…

Eğitim-öğretimin bugünlerde tarikat-cemaat gözetim ve denetimine bırakılmasına çokça katkı sağladığının farkında değil, tüm bunları hiç düşünmemiş gibi…

*

3/B sınıfı ve öğretmeni:

Öğretmen tahtaya kocaman bir gemi fotoğrafı yansıtır ve ne gördüklerini sınıfa sorar:

Öğrenciler söz alıp konuşmaya başlar:

Kimi: ‘gemi’ diyerek ‘yalın’ bir cevap verir.

Kimi: Aaa büyük bir yolcu gemisi! diyerek işlevini ve bir sıfatını söyler.

Kimi: Bu üç katlı, beyaz bir bir yolcu vapuru. Işıl ışıl parlıyor, çok yolcusu var. Yolcuları uzaklardaki eser ve güzellikleri görsünler diye götürüyor. Keşke biz de ailece böyle bir vapurla yolculuk yapsaydık. Denizle yolculuk hem güvenli hem de ucuzdur…

Görüldüğü gibi bu öğrenciler ‘yalın’ bir anlatımla yetinmezler. Vapuru, sosyal-kültürel-ekonomik detaylarla tanımlar. Fakat bununla da yetinmeyerek anlatıma kendi istek, özlem duygularını da katarlar…

Öğretmen onları dinler, bir trafik görevlisi gibi mimikleriyle destek verip, yol verir.

Ve zil çalar!

Böyle bir iklimde öğrenci; duyu organlarından aldığı algılara dayalı olarak öğrenir, akranlarıyla dayanışır, sosyalleşir, özgüvenli olarak ve öz gücünü bilerek kendi dünü ile yarışır.

İnsani değerlere uygun, demokratik amaç, ilke, konu, yöntemleri olan bu iklimin etkin öznesi öğrencidir, öğretmen ise ikinci öznedir.

Böyle bir öğretmen ‘ben bilirim’ demez! O, ‘öğrenci merkezli’ – ‘yaparak-yaşayarak’ anlayışıyla çalışır.

Öğretmenin amacı: sınıftaki farklılıkları ortaya çıkarmak, öğrencilerde farkındalık yaratmaktır. Böylece öğrenci, kendi artı ve eksilerini görür-bilir ve daha ‘iyi’ arayışına girmiş olur. Akran dayanışması ile arkadaşı çoğalınca da güzel konuşup yorum yapanlara özenerek kendini geliştirir.

Bizim öğrenciyi merkez alıp fırsat veren öğretmenlere, öz gücünü bilen bu gücünü geliştirerek sosyalleşen öğrencilere çok ihtiyacımız vardır.

Fakat ne yazıktır ki bu anlayışı, yönetimler de veliler de istemiyor!

Onlar ister ki; öğretmen anlatsın, çocuk öğrensin!

Ve onlar göre: çocuk, çocuğa ne anlatabilir ne öğretebilir ki!

Yazı dizimizi sınav ve ödev konularına dokunarak haftaya bitireceğiz.

Sevgi ve saygıyla…

Emin Toprak – DOSTÇA

 489 total views

Okullarda Neler Oluyor? (3) / Emin Toprak

12.02.2024

Okullarda Neler Oluyor? (3)

Bugün üçüncüsünü okuduğunuz bu serinin ilk ikisi, eğitim sistemimize bir ‘kuşbakışı’ idi.

Eğitim, yaşamın bugününü ve yarınını: geliştirir-dönüştürür-düzenler. Ve eğitimin bu işlevi yaşam oldukça kesintisiz olarak sürecektir.

Eğitim, yaşamın her an-alanında olan sınırları olmayan bir konudur.

Eğitim, herkesi ilgilendiren süreç, her birey de bu sürecin öznesidir.

Eğitimin amacı: yaşamın soru, durum, zorluklarıyla “başa” çıkmaktır.

Zorlukları olmayan hiçbir yaşam yoktur, olamaz da!

Eğitim bilim olarak, yaşamı anlamlı, zorlukları kolay kılan temel güçtür. Eğitim bazı zorluklara; sınama, deneme, düşünme, beceri, emek gücüyle çözüm bulur, bazı zorluklara da sürüp giden döngü içinde çözüm aramaya devam eder.

Bugün de konumuz eğitim!
Bu kez, örgün eğitim yuvalarımızın iklimi, ürünleri ve ürün kalitelerine bakalım istiyorum.

Yapacağım bu değerlendirmenin de nesnel olmasını istiyorum.

Fakat böyle bir değerlendirmenin verileri sadece ülkemize özel olmaz, olmamalı! Dışarıdan gözler de bize bakıp ayna tutmalı. Böylece, dünyadaki yerimiz ortaya çıkar, artı ve eksilerimiz daha görünür olur.

İşte o zaman ufkumuz açılır, daha sağlıklı değerlendirme yapar, güven içinde yol alırız.

‘OECD’: ‘Uluslararası Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma’ örgütüdür.

Kısaltılmışı: ‘PISA’ olan: ‘Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’, 2000 yılından beri üç yılda bir yenilenen araştırmalar yapmaktadır.

Araştırmaya, başvuru yapan ülkelerden ‘tesadüfi’ yöntemle seçilen 15 yaşındaki örgün eğitim öğrencileri katılır.

Araştırmada öğrencinin; Matematik ile Fen Bilimleri okuryazarlığı, Okuma Becerileri, özgün görüşleri, öğrenme biçimi, okul ortamı ve ailesi ile ilgili veriler değerlendirir.

Böylece, öğrencinin hem akranları arasındaki yeri hem de o ülkenin dünyadaki yeri belirlenmiş olur.

Araştırma sonuçları; bir ülkenin daha iyi bir eğitim-öğretim programı hazırlaması ve ortaya çıkan olumsuzluklara çözüm bulmasına yardımcı olduğu için de çok önemlidir.

Öğrencilerimiz, ‘PISA’ araştırmalarına: 2003 yılında 41, 2006’da 57, 2009-2012’de 65, 2015’de 72, 2018’de 79 ve 2022’de ise 81 ülkedeki akranlarıyla birlikte katıldı.

Üç yıl arayla 7 kez yinelenen bu değerlendirmelerde öğrencilerimiz:

Ne yazıktır ki, 7 kez de: okuma-matematik-fen bilimleri alanında OECD ülkeleri ortalamasının altında kaldılar!

SONUÇ: 8 yıl okula gitmiş olan 15 yaşındaki çocuklarımız, henüz okuma-matematik-fen bilimlerinin birer okuryazarı olamamış!…

***

Çocuklarımız, üç yıl arayla 7 kez aynaya baktığı halde görüntüleri hep aynı kalmış: okuryazarı olamamışlar!

Peki, okuryazar olmak nedir ve ne değildir?

Okuryazarlık; okuma, dinleme, anlama, algılama, anlamlandırma, ifade etme, yorumlama, öngörüde bulunma, ilişkilendirme, veriyi başka bir alana transfer edip kullanabilme, ilişkilendirme, merak etme, soru sorma, iletişim kurma, hesaplama vb. yetilerini değiştirip geliştirmektir.

Okuryazarlık; asker mektubu okumak/yazmak, 200-300 sözcükle çocuk büyütmek/yetiştirmek, sular seller gibi ezbere şiir-dua okumak, verilen dersi gözü kapalı sözcük/satır aktarmak, çarpım tablosunu ezberlemek, ödevi velisine yaptırmak vb. değildir.

Peki bu ‘okuryazar olamama’ durumu niçin-nasıl oluştu?

Sorun, sistem kaynaklı olduğu için eğer son 20 yılımıza bakarsak, fatura şimdiki iktidara çıkar ki bu da bir haksızlık olur.

Bence, 100 yıl öncesine ayna tutmak daha objektif ve anlamlı olur:

1924 yılında ülkemize davet edilen ünlü eğitimci John Dewey’in ‘yaparak yaşayarak öğrenme’ kuramından esinlenen bir eğitim seferberliği başlar.

1929 dünya büyük bir ekonomik krizi yaşarken, bizde: Millet Mektepleri, Köy Enstitüleri, Yüksek Köy Enstitüleri açılır. Okullarda felsefe, sosyoloji, mantık, psikoloji dersleri okutulur. Sağlık, modern tarım, el sanatları, güzel sanatlar, dünya edebiyatı ile tanış olunur ve yoksulluk için çareler aranır.

Böylece, yaparak yaşayarak öğrenen, araştıran, düşünen, soru soran, yorum yapan, okur-yazar-düşünür birey sayıları hızla artmaya başlar. (Bu eğitim anlayış daha sonra az da olsa Öğretmen Okulları ile Eğitim Enstitülerine de yansımıştır).

Ancak Feodalite çok rahatsızdır! Halktan yana, kendisine karşı olan bu gidişi durdurmak ister. Bunun için dini ve hurafeleri araç yaparak, pek çok yalan ve iftira üretirler. Ve bu algılarla, 1946 dan başlayarak ülkeye çağ atlatan önder kurumlar, yıpratılır sonra da kapatılırlar.

İşte sekiz yıl okusa da okuryazar olamayan, ezberci, düşünemeyen, soru sormayan, yorum yapmayan ‘dindar nesil’ yetiştirme böyle başladı.

Ve şimdilerde sık sık: ‘Şeriat İsteriz!’ sesleri duyulur oldu!

Tabii ki, eğitim-öğretim için hem çokça konu hem de söz olacaktır.

Bakın henüz ne hanelere ne de dersliklere adım atabildik.

Acaba, veli-öğrenci-öğretmen ne yapıyor, hiç konuşmadık.

Demek ki, biraz daha yolumuz var, devam edeceğiz…

Emin Toprak – DOSTÇA

 425 total views,  1 views today

Okullarda Neler Oluyor? (2) / Emin Toprak

05.02.2024

Okullarda Neler Oluyor? (2)

Emin Toprak – DOSTÇA

 418 total views

Copyright © 2020 | Design & Development Serdar Kurtoğlu