Press "Enter" to skip to content

DOSTÇA  
Emin Toprak

16.09.2025

Okullar açıldı…

TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), belki bu kez doğru söylemiştir diyerek söze onun bir verisiyle başlamak istiyorum.

2023 yılına ilişkin bir TÜİK istatistiğine göre:

“Türkiye’de en zengin %20’lik kesim toplam gelirin yarısını alıyor!”

Gerçi bu veri geçen iki yılın ve durdurulmayan azgın enflasyonu nedeniyle güncelliğini yitirmiş… O günün zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul. Özetle zenginler ‘tuzu kuru’, fakirler sosyal-ekonomik-ruhsal çokça sorun sahibi olmuştur.

2023 TÜİK verilerine göre: %20 zengin, toplam gelirin yarısını, %80 yoksul da kalan yarısını alıyormuş!

2023 oranını 2025 için de geçerli sayıp devam edelim:

Ocak 2025’de nüfusumuz: 85.664.944 kişiymiş.

O halde yurdumuz zenginlerinin (%20): 17.132.989, fakirlerinin (%80) de: 68.531.955 kişi olduğunu ve bunların toplam geliri de eşittir diyebiliriz.

Bu durumu ‘masal’ diliyle şöyle anlatabiliriz:

Bir varmış bir yokmuş …

Bereketli dağları ovaları, gür suları, birçok hayvan olan çok güzel bir diyarda, biyolojik eşitliği olan huyları farklı beş insan yaşarmış…

Bunlardan biri; hiç çalışmaz, dört kişi kadar yemek yiyen, doymak bilmez zalimin biriymiş. Dört kişi de söz dinler sürekli çalışırmış…

Gel zaman git zaman sonra bu diyarda açlık-yoksulluk başlamış…

Diye sürüp giderdi bu masal.

Şimdi bu garip %20 =%80 eşitliğini(!), bir de bilim dili yani matematik diliyle anlatmaya çalışalım:

  • Bütün yüz eşit parçaya bölünmüş 100/100 ve 20 parça, 80 parçaya eşit(!) olmuş!
  • Bütün beş eşit parçaya bölünmüş (5/5) ve 1 parça (1/5), 4 parçaya eşit(!) olmuş!
  • 1 = 4 (!) demektir.

Yorumlamayı da değerli okuyuculara bırakalım.

***

Sosyal yaşamımızdaki pek çok eşitsizlikten birkaçı ile devam edelim:

İktidar; devlet korumasındaki: doğayı, çevreyi oradaki tüm canlıları ve yaşamı kaynaklarını koruma görevini unutmuş/bırakmış gibi. Fakat bu yaşam alanı ve yaşamları çıkarları için yok eden ‘yandaşlara’: hem seyirci-sessiz hem de koruyucu oluyor.

Yetinmiyor o yandaşları koruyan yeni yasalar çıkararak, yeni alanlar açıp yeni olanak ve kolaylıklar sağlıyor.

Bu uygulamalar sonucu ülkenin ekolojik sistemi, halkın güvenliği, huzuru, sağlığı, eğitimi, ekonomisi büyük zarar görüyor.

Doğadaki katliam, talan ve zalimlik yüzümden zarar gören/görecek olan: köylü-işçi-memurları doğal olarak bu haksızlıklara karşı çıkıyor. Devlet güçleri de karşı çıkan haklı halkı: korku, darp ve tutuklama yaparak sindirmeye ve etkisizleştirmeye çalışıyor.

Ve ülke genelinde manzara:

Köylü-kentli-işçi-memur-esnaf yoksul…

İcra-iflaslar çok artmış, ekonomi çöktü çökecek…

Can-mal güvenliği ve özgürlükler kalmamış, dört bir yanı bir korku iklimi sarmış…

Herkes: “Acaba yarın nasıl bir güne uyanacağız?!.. ” diye endişe ve korku içinde…

23 yıllık yıpranmış iktidar şimdi de ömrünü uzatmak için hiç durmuyor.
Yine yasama, yargı ve yürütme güçleriyle; yandaşlar için yeni fırsatlar arıyor ve muhalifleri korkutup sindirmek için tuzaklar koruyor.

***

Yurdumuzda bu sosyal iklim varken ve henüz sıcak-kurak yaz sonbahara evirilmemişken, bir de okullarımız açıldı. Geleceğimizin umudu 19 milyon çocuk ile gencimiz coşkusuz olarak yeni bir ders yılına başladı.

Evet okulların açılırken; öğrencinin, öğretmenin ve velinin hiç coşkusu yoktu.

23 yıllık zengin sever iktidar, eğitim sisteminde de iyileşmesi zor birçok derin yara açmıştı.

Bu ortamda öğrenci-veli-öğretmen nasıl/niçin coşkulu olsunlar ki?

Umut ve coşkuları; güvenli-sağlıklı-mutlu-başarılı bir gelecek besler.

Yukarıda sayılan birkaç gerçeğimizin hangisiyle ‘umut’ beslenir ki!

(Umut besleyen bir uygulama varsa, lütfen yorum olarak yazınız).

İşte bu yokluk ve zorluklar yüzünden herkesin umut ve coşkuları tükendi, endişe ve korkuları çoğaldı.

Eğitim sistemine kuşbakışı bakacak olursak:

Amaçlar, doğayı, canlıları, insanlığı, toplumu koruyan, sayan, araştıran, kendisi ve çevresiyle barışık nesil yetiştirmeyi değil bir ırk veya inancı önceleyen ‘istendik’ anlayışa göre hazırlanıştır.

Ders programları (müfredat) da ‘istendik’ amaçlara uygun hazırlanır. Bu ayrımcı (sübjektif) anlayış; deneye, gözleme dayanamaz. Bu nedenle de bilime, yaşayarak geliştirilen ‘etik’ değerlere ve adalet-hukuk-demokrasi ilkelerine aykırıdır.

Yani geleceğimizin güvencesi çocuklar; anaokulundan, üniversiteye tüm okul seçimlerini; ilgi, istek ve becerileri önceleyen bilimsel yol yerine ana-baba parası ve egemen kimlik ve inanca göre yapılmaktadır.

Bu anlayış sahipleri:

Felsefe, fizik, biyoloji ile güzel sanatları hiç sevmez ve istemezler.

Onlar, okunanı ve duyulanı ezberleyip tekrarlayan öğrenciler isterler.

Soru soran, sorgulayan, deney, gözlem yapan, özgün düşünüp yazan öğrencileri istemezler.

Eğitim alanında çalışan yönetici ve öğretmen seçimi, mesleki donanım ve yeterliliklere göre yapılmaz. ‘Mülakat’ dedikleri ‘hamili kart’ taşıyanlar öncelikli olurlar.

Bu anlayışın bir de Bakanı var ki, onun bir ‘Eğitim Bakanı’ mı yoksa ‘Din Eğitimi Bakanı’ mı olduğu başka bir yazı konusu olsun.

***

Dün, Tandoğan Meydanına toplanan milyonları gördünüz mü?

Ben izledim ve hemen 56 yıl öncesine gidiverdim:

Henüz 19 yaşında bir köy öğretmeniyim. Sendikamız TÖS ‘ün kararına uyarak on binlerce meslektaşımla birlikte 15 Şubat 1969 günü Ankara Tandoğan alanına varmıştık.

“Bağımsız Türkiye!”, “Grev hakkı istiyoruz!”… sloganları eşliğinde, Genel Başkanımız Sayın Fakir Baykurt, kürsüye çıkıp etkileyici bir dille ülke gerçeklerini bir bir sıralamıştı…

İktidar sarsılmış, ülkenin gündemi değişmiş ve psikolojik üstünlük bize geçmişti.

O günkü Başbakan Demirel de: “Yollar yürümekle aşınmaz demişti.”

Dün de Tandoğan Meydanı çevresindeki caddelerle dolup taştı: “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” diye inleti ve pusuda bekleyenlere de dinletti.

Şimdi de sayısal ve psikolojik üstünlüğü kazanmış ‘muhalefet’, iktidarın tüm tuzaklarını ‘faş’ ediyor ve her gün daha da güçleniyor.

“Hadi bakalım…”

Sevgi, saygı ve esenlikleriniz bol olsun.

Hoşça kalınız.

Emin Toprak – DOSTÇA

Loading

“Bi’ şey yapmalı” / Emin Toprak

03.09.2025

“Bi’ şey yapmalı”

14 Haziran günkü “İKLİMLER” yazım: “Yaz boyu hem dinlenir hem de daha çok okurum … Eylül ayında barışçı-demokratik ve yaşanır bir iklimde buluşmak üzere hepinize sevgiler saygılar…” diye bitiyordu.

Şimdi de siz haklı olarak: “Peki geçen 78 gün içinde sen verdiğin sözün gereğini yaparak çok okudun mu, yeterince dinlenebildin mi?” diye sorabilirsiniz.

-Eskiden okuduğum ‘bazı kitapları’ yeniden ve yeni çıkanlardan da da okuyarak sözümü tuttum. Ancak gereğince dinlenmedim.

Bu durumun; doğadan, toplumsal yaşamdan ve kendimden kaynaklı birçok nedeni var.

Doğanın, müdahale kabul etmeyen döngüsü; yaşamı, sürekli olarak değiştirip, dönüştürerek oluşturur: gün, ay, mevsim ve yılları.

Ve böylece aynı iklim kuşağı yaşayanlarına; güneşin, rüzgârın, selin, yağmurun, yangının, depremin… “nimetleri” de külfetleri” de eşit dağılır.

Bir de insanların yaşama tutunmak için kurdukları ülkeler var. Ülke insanının bilimi, akılı ve emeğiyle; doğa “nimetleri” çoğalır, “külfetleri” de azalır.

Fakat eğer bir ülkede az ‘nimet’, çok ‘külfet’ varsa, bilin ki o ülkede; bilim, ahlak, hukuk, adalet dışı çokça sorun var!

Dünya kurulalı beri ‘devlet veya yönetimleri’ hiç adil olmamış hep zenginden taraf olmuşlardır. Dünyanın şimdiki toplam gelirinin %50’si (yani yarısını), nüfusun %1’i yüzde biri zenginlere aitmiş. Diğer %50’si yani yarısını) ise nüfusun %99’u eşitsiz olarak pay ediliyormuş! Buna göre bir (1) kişi 99 kişi kadar pay alıyor!

Bu doymak-durmak bilmeyen yüzde 1’lik sömürücü emperyalist güç, sınır tanımıyor, dünyanın sosyal dengelerini bozuyor, yaşamı zorlaştırıyor. Kendilerine alan açamayan veya buyruklarına uymayan-direnen ülkelerde işbirlikçilerini kullanarak çatışma-savaş çıkarıyor.

ABD 23 Haziran günü sudan nedenlerle 18 saat gidiş, 18 saat dönüş yapan bombardıman uçakları (havada birçok kez yakıt ikmali yaparak) İran’ın stratejik noktalarını yakıp, yıkıp, yok ettiler.

Bazı güçsüz-zengin ülkeleri de üstenci ego diplomasisi ile, yani yüz yüze veya telefonla tehdit, şantaj, pazarlıkla ‘ikna’ edip kolayca avladılar.

Bu kadar dünya genellemesi yeter deyip biraz da ülkemize bakalım.

***

23 yıllık iktidar, sadece nüfusun yüzde 1’lik yandaş sömürücüleri için çalışıyor. Onlara çok kazansın diye, gece-gündüz çalıştırılan mecliste sayısal üstünlüklerini kullanarak muhalefetin hiçbir önerisine uymayan yasalar çıkardılar.

Bu yasalarla kent ve köylerin yaşam kaynağı olan: dere, dağ, orman, maden, zeytinlik … zehir saça saça yok ediyor ve kapanmaz yaralar açtılar ve ekosistemi vahşice bozdular.

İktidar, yangın, deprem, sel gibi doğa olaylarını ‘kader’ sayıyor. Ve gerekli önlem ve ekip-ekipman sağlamıyor. Fakat o “kader” saydıkları olaylar yurdun her tarafında sık sık oluyor.

Bu yıl da oldukça sıcak-kurak bir yaz ve o “kader” saydıkları olaylar yurdun her tarafında ve sık sık oldu. Ve Orman Genel Müdürlüğü 17 Ağustosta:”2025 yazında 64 bin 500 hektar alan yandı.” diye açıklama yaptı.

O alanlarda bitkiler meyveleriyle, arılar ballarıyla, börtü-böcek ve milyonlarca hayvan yavrularıyla yanarak yok oldu!

Eski yaraları sarılmamış halk; yine can-mal kaybı ve büyük acılar yaşadı!

Maden ocaklarında yeni patlamalar-çökmeler-ölümler oldu.

Canlıların tüketimi için gerekli su kaynakları azaldı!

Kuraklık ve sahipsizlik yüzünden Seyfe Gölü kurudu!

Evet İktidar ülkeyi yönetemiyor ve çok korkuyor!

Peki, niçin yasama-yürütme-yargı güçlerini tek elde toplamış bu ‘güçlü’ iktidar yönetemiyor ve korkuyor?

Çünkü; ülkede sosyo-ekonomik ve siyasi çöküş başlamış!

Çünkü; iktidar halkın gözünde yavaş yavaş eriyip tükeniyor!

Çünkü; “Artık yeter!” diyenler CHP’yi iktidar yapmak istiyor!

İktidar tükeneceğim diye paniklemiş durumda. Bu panik içinde, görevi halkı eşit-adil-güven içinde yaşatmak olan devlet güçlerini kullanarak halkın demokratik talepleri engelliyor.

Yönetemiyor fakat sürekli olarak iktidarda kalmak istiyor ve telaş içinde. Bulduğu çare: daha önce solcular ile Kürtlere uyguladığı haksız-hukuksuz ‘siyasi’ tutuklama sınırlarını genişletmek. Böylece güçlü rakibi CHP’yi yıpratmak kadrolarını saf dışı etmek! Ve 19 Mart kitlesel tutuklamaları başladı, aralıksız sürüyor.

Sırf algı olsun, halk görüp korksun diye, güvenlik güçleri tv kanalları için çekim hazırlamıştı. Her tutuklu iki polis eşliğinde onlarca kelepçeli geçişi!

Bu ayıplı kuyruk gösterisini TV’de gören-izleyen herkes irkildi ve Hitlerin Nazi Kamplarını anımsadı.

Belediye borsası! Avukatlık borsası!

Sahte diploma ile akademisyenlik borsası!

Şaibeli LGS Sınavları!

Peki, duydunuz mu? 2025 ÖSYM sınav sonucuna göre: 179 aday sıfır ya da eksi netle bazı ön lisans ve lisans programlarına girerek üniversiteli olmuş! Hatta bunların arasında burs kazanan bile varmış! Ayıca bu ilk de değilmiş, 2023’te 107, 2024’te de 203 gencimiz sıfır ya da eksi netle üniversiteli olmuş!

Türkiye’nin en önemli sosyal sorunu Kürtlerle Barışık olmamaktır. Bu demokratik hak ve özgürlükler sorununu TBMM’de Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonunu görüşüyor.

Komisyonu da TİP-Hatay milletvekili Can Atalay hakkındaki AYM kararını okutama cesareti gösteremeyen TBMM Başkanı yönetiyor. Bu sayın başkan, isminde “demokrasi’ bulunan komisyonda bile Barış Annesi Nezahat Teke’nin Kürtçe konuşmasını engelledi.

İşte süreç böyle bir ortamda ve ulusalcıların “istemezük” çığlıklarıyla devam ediyor…

Bakalım sonu nereye varacak.

Görüldüğü sorunlarımız ünlem ve sorularla uzayıp gidiyor. İlginç bir anımsatma yaparak noktalamak istiyorum.

CHP listelerine girerek halkın oylarıyla yıllarca milletvekili-belediye başkanı olmuş bir kişi vardı. Bu kişi günlerce yazılı medya TV kanallarında günlerce tartışılan gündem konusu oldu. Özetle diyorlar ki, iktidar elemanları bu kişinin bazı açıklarını bulmuş ve ona: “Ya bize katıl ya da 6 metrekareye tıkıl demişler…”.

O kişi de düşünmüş taşınmış ve: ‘özgür birey’ yerine ‘bağımlı’ olmayı seçerek AKP’li olmuş.

Ve bu ‘ünlü’ kişi yapılan ‘hoş geldin’ töreninde; mikrofonu alarak yeni yaşamı için bir saye (gölge) istediğini TV canlı yayında milyonlara: “Artık Cumhurbaşkanımın himayesinde hizmete devam edeceğim.” deyiverdi!

“Nereden nereye geldi Türkiye!”

Sanırım size niçin yeterince dinlenemediğimi anlatabildim.

Böyle bir sosyal iklimde insan hiç yeterince dinlenebilir mi?

Moğollar’ın deyişiyle: “Bi’ şey yapmalı”.

Ne mi yapmalı?

CHP’nin 19 Mart günü “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” diye başlattığı İstanbul ilçe ilçe ve her ildeki “demokrasi-özgürlük” toplantıları (eylemleri) tüm muhalifler de kapsayarak: bütün siyasi tutuklular özgür kalıncaya kadar devam etmeli.

Emin Toprak – DOSTÇA

Loading

Copyright © 2020 | Design & Development Serdar Kurtoğlu