Press "Enter" to skip to content

Hayat Bilgisi / Emin Toprak

Zürich (Kreis 11) / Affoltern 22.04.2024

Werl Hayat Bilgisi

Eğitimciler, her konuda az-çok bilgi sahibi olması gereken kişilerdir. Okullarda her konuda az-çok bilgiyi de: ‘Hayat Bilgisi’ dersi kazandırır.

‘Hayat Bilgisi’; okula yeni başlayan çocuklara, üç yıl süre ile verilen bir dersin adıdır.

‘Hayat Bilgisi’, bazı lokantalarda: ‘Aşçı Tabağı’ adıyla servis edilen bir yemeğe benzer. O tabak içinde, her çeşitten ‘biraz’ olduğu için de müşterisi aç kalmaz derler…

Hayat Bilgisi konuları, yaşamın sürekli döngüsü içindeki ‘herkes’ içindir. Önyargı ve inat üretmeden, güncel ve yenilikçi anlayışla kişiye özgünlük kazandırmak isteyen bir derstir.

Hedefinde: okuyan-yazan, gözlem-deney yapıp düşünen, yeni bilgilerle tanışan, onları bilinenlerle kıyaslayan, konuşan, tartışan, üreten ve her gün yenilenen özgün insanlar vardır.

Sanırım, ‘Hayat Bilgisi’ dersinin en sevdiğim ders oluşu bu yüzdendir.

Çünkü, bu ders: ‘hem öğrenci hem de öğretmen’ olarak her olgudan bir çıkarım yapmayı ve yaşam boyu; gelişen, üreten, paylaşan, uzlaşan bir birey olmayı öğretir insana.

Bilimlerin kalıcı olduğu, bilgilerin de kısa ömürlü, geçici olduğunu herkes kabul eder. Dünyadaki bu hızlı gelişim-dönüşüm-değişim; sosyal yaşamı, teknolojiyi, bilgi ve tüm alışkanlıkları eskitir, işlevsiz kılar ve zamanla yok eder. Bizler eskileri bırakıp, yenileri kullanırken, bilim insanları da hiç boş durmaz yeni buluşlarıyla insanlığa hizmet ederler.

Eğer bir toplum veya insan kendisini, bu hızlı değişim-dönüşüme uygun olarak güncellenmezse, işte o zaman geriler ve yenik düşerler.

Gerilememek ve yenik düşmemek için toplumsal dayanışma artmalı, her birey yaşam boyu: ‘hem öğrenci hem öğretmen olma’ ilkesine uymalıdır. Çünkü bu ilke toplum ve bireyin dinamosudur, bundan aldıkları güçle farkı fark eder, uyum sağlar ve yenilenirler.

* * *

Birkaç satır aşağıda bir konuşmadan alıntılanmış, duyulan, bilinen ve çok düşündüren dört satırlık bir alıntıyı paylaşacağım. Kaynaklarda bir netlik yok, fakat bu söz ya Hrant Dink’e ya da Rakel Dink’e aittir.

İşte o alıntı:

“Ben üç dil biliyorum:
Ermenice, Kürtçe ve Türkçe.
Benim içimde bu üç dil hiç kavga etmiyorlar,
Barış içinde yaşıyorlar!”

Bu kısa fakat anlamlı söylem, aslında bir toplumsal çığlıktır.

Ve bu çığlığın derinlerinde de ülkemiz halklarının pek çok acısı ile özlemi saklıdır.

Eğer söz sahibi konuşmasına biraz daha devam etmiş olsaydı, bence peşi sıra bizlere şu soruyu da soracaktı:

-Peki, bu barışık dillerimiz günlük hayatımızda neden/niçin kavgalı?!..
O diller ki, yılanı deliğinden çıkarır ve kalpten kalbe yol açarlar!

Acaba bizim ellerde o diller neden yasaklı ve de niçin kavgalı?

Bildiğiniz gibi ben öğretmenim hem de bir vatandaşım. Şimdiki görevim, bu yaşanmış gerçeği/bu tuhaflığı bir ‘olgu’ kabul etmek ve ‘Hayat Bilgisi’ bilgilerimle, bu olgu için neden-niçin sıralaması yapıp bazı çıkarımlarda bulunmaktır. Böylece bu toplumsal yaraya kendimce ‘insani’ bir çözüm bulup katkıda bulunmak, hem de bu ayıbı teşhir etmektir.

Öğretmenim demiştim, fakat ben bir öğretmenin: “…şu kadar satır yaz / şu kadar sayfa oku-yaz-çöz / şunu yap, bunu çiz..” diye başlayan, sınırı ve amacı belirlenmemiş ödevlerini hiç sevmem!

Hayat Bilgisi ödevlerine ise bayılırım!

Sevgili okurlarım, eğer kızıp darılan olmazsa, size bir Hayat Bilgisi ödevi vermek istiyorum.

Haydi birlikte bir Ödev Oyunu oynayalım!

İşte ödevimizin konusu:

“Ben üç dil biliyorum:
Ermenice, Kürtçe ve Türkçe.
Benim içimde bu üç dil hiç kavga etmiyorlar,
Barış içinde yaşıyorlar!”

Ödev Soruları:
1. Soru: Yukarıdaki sözlerin sahibi kişi ne demek istiyor?
2. Soru: O kişinin içindeki barışık diller, dışarıda niçin/neden kavgalı?

Ödevin Süresi ve Kuralları: Süre isteğinize bağlı ve sınırlaması yoktur. İsteyen bu konuyu anlatan bir yazı yazar. İsteyen bir kişi veya gruba sunum yapar. İsteyen görüşlerini bana yazılı bildirir. Ancak tüm çıkarım ve çözüm önerilerinizin özgün anlatımınızla yapılması zorunludur.

Ödev için Kaynaklar:

Tüm tarih, sosyoloji, felsefe, psikoloji, psikiyatri, ve pedagoji kaynakları ile kaynak kişi sunumlarından yararlanmak serbesttir.

Ödev ile ilgili hatırlatmalar:

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine göre;
*Madde 1: Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar…
Madde 2: Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir.
*Anayasalarla o ülke vatandaşlarının hakları belirlenir.
*Cumhuriyet öncesinde yurdumuzda Osmanlı İmparatorluğu egemendir. *Osmanlı 3 kıta, 7 denizin olduğu büyük coğrafyada 623 yıllık ömründe: yükselmiş, duraklamış, gerilemiş ve yıkılmıştır.
*Osmanlı İmparatorluğunda 1876’da Anayasa ilan edilir, 1878’de askıya alınır ve 1908 yeniden yürürlüğe girer.
*Osmanlının, emperyalist güçlerce işgal edilen topraklarını kurtarmak için ‘Kurtuluş Savaşı’ başlamış ve daha devam ederken 1921 Anayasası kabul edilir. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulur. Daha sonraki yıllarda da 1924, 1962, 1982 Anayasaları kabul edilir…

Kolaylıklar dilerim.

Emin Toprak – DOSTÇA

 238 total views,  1 views today

BAZEN…/ Emin Toprak

15.04.2024

BAZEN…

Herkesin yaptığı gibi ben de kendimle baş başa kaldıkça bir başkasıyla paylaşmadan sadece içimdeki ‘ben’ ile konuşur, didişir, barışırım. Bu yargılayan, sorgulayan, suçlayan, aklayan, alkışlayan yöntemi her insan içinde yaşar ve kendine özel bir yol bularak uygular.

İşte bu farklı yöntemler de eylem-söylem farklılığı yaratır, o insanın ‘iyi’ ya da ‘kötü’ anılmasına neden olur.

Bazen, sıcak bir gecenin sessizliğini, dinginliğini, böcek-kuşların kanat çırpınışını duymak, temiz bir havayı solumak isteğiyle pencere açtığınızda esen rüzgar, perdeleri şişirip kabartır, sonra da yeni bir rüzgar için eski hallerinde bekletirken o anda da sürücüsünün insafına bırakılmış birçok aracın yaklaştıkça çoğalan uzaklaştıkça azalıp tükenen korna-motor gürültüleri sarsar insanı…

Bazen; doğaya, doğadaki sese, fısıltıya, renge, tohuma, çiçeğe, böceğe, suya, yele … takılır onları sorgular mutlu-mutsuz anlar yaşar insanlar….

Yaşamak, çevremizdeki: iyi-güzel-doğru-yanlış her şeyin bizimle birlikte var olduğunu ve bizden sonra da hep var olacağını bilmek düşünmek ya da hiçlikten kurtulmaktır aslında.

Bence insanlar; bir günün sonunda oturup da yaşadığı sevinç, üzüntü yorgunlukları bir kimyager titizliği ve bir kuyumcu hassaslığı içinde sorgulamalı. Tıpkı bir gecedeki görüntü ve seslerin hafif bir esintiye kapılmışcasına titreşerek akıp, gel-git yapması gibi…

Bazen, yaşanmış ve altı çizilesi mutlu bir gününüzün sonunda akşamımızı başlatarak, dingin bir gecede haz almak isteğiyle çevreyi kuşbakışı gören küçük bir sığınak koltuk/kaya/balkon bulup oturmalı ve orada mehtabın ışıltılarla titreştirdiği deniz/göl/nehir/ormana bakmalıyız, zaten o anlarda beyniniz de hiç durmaz, duramaz da hep; iyi-kötü-örtüşen-zıt pek çok düşünce ile boğuşur, kimi duyguları yok etmeye çalışır, kimilerine kocaman bir yaşam alanı açmaya çalışır, haa, bir de dokunulmaz kılıp ‘giz’ olarak saklamaya karar verdiklerimiz var ki, asıl yorucu olan, insanı rüya-gerçek arası seme sersem bırakan da onlardır…

Rüyalar; onlarca yıllık bastırılmış: tutku-sevgi-özlem-acı-korku-sevinç gibi gibi yaşanmış-yaşanmamış, istenen-istenmeyen tüm duyguların yoğun bir basınç altında birkaç dakikaya sıkışarak hayat bulmasıdır aslında…

Rüyalar, içimizin karanlık dehlizlerinde kalmış; tene, dile, göze, kulağa ulaşmayan arzularımız, acılarımız, korkularımız, sevinçlerimizin toplamı görüntülerdir.

Gece düşlerimizi de gündüzdeki düşlemelerimizi de bunlar doldurur. Fakat farklı düşler görerek farklı düşlemeler yaparak ve farklı eylemlerde bulunarak…

Bazen egomuz baskın çıkar ve edindiğimiz görüş ve duygularımızın birer ‘nas’ olduğu düşüncesine kapılır ve herkesin bunlara uyup yetinmesi gerektiği öngörüsüyle dayatırız insanlığa.

Ki bu anlayış; bir durumun sadece bir yönünü görebilen, başkalarına kapalı yani ne insani ne de doğaldır. Bu insanlık değer ve kaynakları: benim olsun / bana yetsin yeter diyen “çıkarcı-asalak” anlayıştır. İşte bu anlayıştır her yerde yok edip, sömüren, yokluk, çatışma, savaş, ölüm, yıkım ve acılar yaşatan.

Bizler genellikle çözüm bulmamış bir soruna ışık tutup ona çözüm bulmak isteğiyle, inceleme, araştırma, düşlemelerle ve emek vererek üretmek isteriz. Bu, soyut olandan somuta, yokluktan varlığa varma çabasıdır. İşte o anlarda haz duyar zevk alır, bazen kendimizi okşayıp övünürüz bile…

Sonra da, emeğimizin karşılığını almak, anlaşılmak kabul-empati görmek isteriz. Bu duygular barış içinde bir yaşamı sağlamak için karşılık bulması gereken en doğal, zararsız insani duygulardır.

İnsanlığın kötücül yüklerinden kurtulması için iyilik ve barış sağlayan insani duygularla donanması gerekir. Çünkü hiçbir iyilik insana yük olmaz ve iyilik karşılık buldukça büyür barış-sevgi-kolaylık sağlar.

Eğer bizim iyilikçi bir anlayış ve inancımız varsa beddua etmeyi bilmeyiz. Hep iyilik olsun isteriz ve dua ederken de:

“Tanrım, düşmanlarımı da bağışla, onlara doğru yolu göster” deriz.

Böylece sevgi-saygı-insanlığa kucak açmış oluruz.

Emin Toprak – DOSTÇA

 203 total views,  1 views today

Seçim – Bayram ve Halkın Sesi / Emin Toprak

08.04.2024

Seçim – Bayram ve Halkın Sesi

Tüm inançların kendilerine özel gün ve bayramları vardır.

Bizde pek çok gün ile Ramazan ve Kurban Bayramı kutlanır.

İki gün sonra Ramazan Bayramı.

Dini bayramların kutlanışlarını hep düşünür çokça ‘niçin’ sıralarım.

Niçin:
*İnsanlar oruç tutar ve kurban keserler.
*Herkes en yeni kıyafetlerini giymeye çalışır.
*Çocuklara ‘bütçeye uygun’ yeni kıyafetler alınır.
*Yoksullara yiyecek, bağış ve para verilir.
*Çadırlar kurulup ‘bedava aş’ sunulur.
*Bilmem kaç gram kurban et dağıtılır.
*…

Liste böyle uzayıp gider. Ben sorunların temelinde yokluk ve yoksulluk olduğunu düşünerek, kendime fısıltıyla derim ki:

Kimi ‘günah çıkarmış’, kimi beş-on kuruş almış sevinmiş, kimi de birkaç öğün doymuş!

Mutlaka sizin de buna benzer belki de daha öfkeli fısıltılarınız vardır.

Bu fısıltılar toplumun ortak dili olmadıkça, çözüm de çare de olamaz!

Bunun için yokluk-yoksulluk çaresiz-çözümsüz kalarak devam eder!

Bunun için haksızlık, hukuksuzluk, hırsızlık yapanlar tükenmez!

Dileğim: yokluk-yoksulluk-çaresizliklere kalıcı çözümler bulunmasıdır.

* * *

AKP 2002’den beri yapılan tüm seçimleri kazandı ve iktidarda kaldı.

Ancak bu iktidar 2015 yılından beridir, tekçi bir anlayışa yöneldi ne çoğulculuk ne uzlaşı ne de barış istiyor. Geleceğini de ülkemizdeki farklı kimlikleri birbirine düşman edip çatıştırmalara bağlamış durumda.

İşte bu çatıştırıcı politikalar sonunda insanlarımızın pek çok hakkı gasp edilmiş, çok kayıplar verilmiş, büyük acılar yaşanmış ve iç barışımız bozulmuştur.

2021 yılından başlayarak da para bulmak için peş peşe ‘varlık barışı’ düzenlemesi yapılmıştır. Bu uygulamalar da ülkemizi; kara para aklayan, terörizme finansman sağlayan bir dünya ülkesi saydırmış ve ‘Gri Liste’ye aldırmıştır.

Ülkemiz bugün de dünyanın o yüzkarası ‘gri’ listesinin içinde!

Ülkemizin iç huzuru ile kaynakları tükenmiş. İşçi-memur-emekliler açlık sınırında birleşmiş. Gençlik umutsuz, güvencesiz. Hazine boş- boşaltılmış, büyük bir ekonomik çöküntü…

Ve bu kötü karnenin faili iktidar yıllardır: hem ömrünü uzatmış hem beşli çeteler kurmuş hem de ‘Mülk Allah’ındır!’ diyen nice nice varlıklı yandaş türetmiştir.

31 Mart 2024’te böyle can yakıcı günlerden biriydi ve o gün de bir seçim yapıldı. Halk yaşadığı yerleri dört yıllığına yönetecek kişileri oylarıyla seçti.

Bu kutlu bir gündü çünkü halkımız AKP’ye: ‘Artık Yeter!’ dedi

Bu sonuç, yirmi iki yıllık AKP yenilmezliğinin de bitirdi.

AKP yenilmesine yenildi de iktidarı devam ediyor.

Hani derler ya:

“Yenilen pehlivan güreşe doymaz! – Huylu huyundan vazgeçmez!”

İşte tam da öyle oldu!

Neler mi yaptılar?

Binlerce hayalet seçmen taşıyıp sahte oylar verdiler olmadı. Halka baskı-eziyet yaptılar, sandık yaktılar olmadı…

Birleşen halkın iradesine yenik düştüler ve yenilmek de çok zordur…

Hele de Kürtlerin iradesine yenik düşmek, onlara çok ağır geliyordu.

“Umduğumuz neticeyi bulamadık.” deyip:

Kürtlerin iradesini yok etmek için bulup uyguladıkları: ‘kayyum atama’ işlemini yeniden başlattılar.

Hazırlıklı oldukları için pusu ve tuzakları vardı. “Atı alan Üsküdar’ı geçti!” denecek zamanı bile seçmişlerdi! Karşı tarafın hak arayışını, itirazını önlemek için de haftanın son gününü, 17.00 bitecek çalışma saatinden de tam 5 dakika öncesini saat 16,55’i…

İşte tam da o anda:

DEM Parti Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkan adayı Abdullah Zeydan’ın: ‘seçilme yeterliliği yoktur’ kararına vardıklarını açıklamışlar!

Bu karara göre ‘mazbata’: Van Büyükşehir Belediye Başkanı seçimini ezici çoğunlukla kazanmış olan DEM Parti adayı Abdullah Zeydan’a verilmeyecek! Onun yarısı kadar oy almış olan AKP’li Abdulahat Arvas’a verilecek!

Buradaki demokrasi dışı anlayışa bakar mısınız?

Tıpkı beş yıl önceki gibi…

Unutanlar için hatırlatalım beş yıl öncesini:

Hani, 31 Mart 2019’te de şimdiki gibi seçim yapılmıştı ya:

İşte o zaman da KHK ile ihraç edilmiş 6 kişi, Belediye Başkanı adayı olmak için başvuru yapmıştı. Ve YSK da araştırmalar yapmış sonra da başvuru sahiplerinin her biri için: “seçilme yeterliliği vardır” kararına varılmıştı.

Ve seçim yapılmış, bu altı kişi de çok büyük oy farkı ile kazanmıştı.

Fakat bu altı kişiye de ‘hayır!’ denilmişti. Çünkü bunlar HDP’li birer ‘öteki’ idi!

Onların yerine çok az oy alarak ikinci olmuş 6 AKP’liye ‘mazbata’ (resmi belge) verilmişti!

Ve HDP bu tuhaflık ve hukuksuzluğa günlerce, yıllarca karşı çıkmış, fakat yapayalnız kalmıştı.

Çünkü, ana muhalefet ve diğer muhalif güçlerin tümü: ‘bana ne’ diyerek yapılan hukuksuzluğu görmez-duymaz-konuşmaz olmuştu.

İktidar da bu sessiz-tepkisiz kalışı fırsata çevirmiş ve HDP’nin kazandığı hemen hemen tüm belediye başkanlarını birer birer görevden almış, belediye meclislerini işlevsiz bırakarak kayyumlar düzenini kurmuştu.

İşte bu demokrasi ayıbını hepimiz birer seyirci olarak birlikte yaşamış ve unutmuştuk.

* * *

Halkımız, 31 Mart 2024 günü Van Büyükşehir Belediye seçimini büyük farkla kazanmış olan Abdullah Zeydan’ın mağduriyetini görüp ona sahip çıktı.

Yurdun pek çok yerinde demokrasi yanlısı parti temsilcileri ve halk birlik olup sabahlara kadar hukuksuzluğu protesto etti.

Ve YSK da: Van İl Seçim Kurulu’nun kararını bozdu!

Böylece, AKP’nin ‘kayyum’ tuzağı; halkın karşı çıkışıyla bozuldu ve ikinci bir yenilgi almasını sağladı.

Bu kazanımı; halkın demokrasi ve insan haklar için uzlaşarak- dayanışarak sokağa çıkması sağladı.

Halkın sesi; vicdanların, demokrasinin ve özlenen barışın en büyük gücüdür.

Bu ses; haksızlık, yolsuzluk, düşmanlık ve de zalimlik yapanlar için en büyük korkudur.

Bu ses, nice diktatörlüğü tarihin karanlık derinlerine gömmüştür.

Bu kutlanması gereken demokratik bir zaferdir.

* *

‘Sarı Öküz’ hikayesinden bir alıntıyla yazımıza son verelim:

Büyük sürünün sıradan bir öküzü, liderleri Boz Öküz’e yaklaşır ve:

“Sürümüz ne kadar güçlüydü, peki ne oldu da aslanlara yenik düştük?

Diye sorar.

Boz Öküz, geçmiş pişmanlıkları ve yenilginin etkisi altında olduğu için soruyu sorana hiç bakmaz, başı öne eğik bir şekilde der ki:

“Biz bu savaşı, Sarı Öküz’ü verdiğimiz gün kaybettik.”

Bence, bu çok sarsıcı cevabı hiç unutmadan hep düşünelim…

Emin Toprak – DOSTÇA

 237 total views

Yarın bir seçim var! / Emin Toprak

01.04.2024

Yarın bir seçim var!

Alışılmış bir ortamdan, bilinmedik bir ortama geçiş yapan her canlının bazı ürkü ve korkuları vardır. Bunlar, hemen hepimizin yaşadığı, bildiği veya tanığı olduğu durumlardır. Bir canlının doğduğu anda çırpınıp ağlaması gibi.

Ağlamayı belki bazı fiziki koşullar hazırlar, hızlandırır. Fakat bu ağlamanın ana nedeni; o canlının gelmiş olduğu korunaklı-güvenli ortamı araması ve bu ortamı yeni geldiği yerde bulamamanın vermiş olduğu bir ürkü ve korkudur. O anda yavrunun tek isteği: ‘güvenli’ bir ortamdır. Yavru bu ağlayış ile de isteğini dile getirmektedir.

O halde her canlıyı yaşama bağlayan ilk ve en temel duygu ‘güven’ içinde olmaktır. Daha sonra başlar canlının diğer duyguları ile yaşam için arayış ve eylemleri.

Şimdi de ‘insan’ özeline ya da kendi yaşam gerçeklerimize biraz bakalım. Ağlayarak ‘merhaba’ dediğimiz ev, sokak, kent, yurt ve dünya acaba bize güvenli bir yaşam için gereken ortamı ya da iklimi sağlıyor mu?

Demek ki herkesin ortak amacı: daha güvenli bir ortamda yaşamaktır. Bu güven içinde olma isteğimiz sadece kendimiz ve o güne özgü değildir. Bu isteğimiz, gelecek yıllarımız ve daha doğmamış nesiller içindir de.

Bu ortak amaca sadece bireysel çabalarımızla ulaşamayız. Bu amaca ancak kolektif bir anlayış ve dayanışma sonucunda varılabilir. İşte devletlerin kuruluşunu gerekli kılan gerekçe de budur.

İnsanların ortak amacı: bugün ve gelecekte ‘güven’ içinde yaşamaktır.

İnsanlar binlerce yıl önce birleşerek ortak amaçları için çokça devlet kurdu, yıkılanın yerine de yenilerini…

Fakat dünyanın güvenlik sorunu hiç bitmedi.

Günümüzde de insanlığın ortak sorunu güvenliktir!

Peki neden?

Çünkü, yönetemediler!

Çünkü, ortaklaşa destekle kurulan bu devletler; ortak sorunlara çözüm olacak eşitlikçi kolektif hizmetler üretemedi. Bunun yerine bir gruba, bir zalime hizmet eder, sadece onların çıkarlarını korur oldular.

Ve böylece güvenlik sorununu çözmekle görevli devletler, birer güvenlik sorunu oldular!..

Bu yüzden insanlığın, ayrım yapmadan herkesi kucaklayan hizmet üreten yönetimlere ihtiyacı vardır. Günümüzü hem de geleceğimizi ancak böylesi istek ve çabalar güvenli kılabilir.

İşte o zaman ‘keşke’ deyişlerimiz ve güvenlik sorunlarımız azalır, insani ve akılcı çözüm yol-yöntemlerle de istenen sonuçlara daha erken varılır.

* * *

Yarın yurdumuzun tüm yaşam alanlarında önemli bir seçim var!

Bu seçimde hepimiz: “Acaba; mahalle, köy ve kentimiz için kim-kimler daha güvenli bir yaşam hizmeti sunabilir?” arayışıyla ‘oy’ kullanacağız.

Tabii ki, oy verecek ve seçilmek için yarışmak isteyen vatandaşlar için: eşit-tarafsız-özgür-güvenli bir seçim ortamı sağlanmışsa!

Ancak o zaman ‘güven’ içinde bir seçim gerçekleşti diyebiliriz.

Güvenli bir iklimi; barışçı, demokratik ve adil olan yönetimler sağlar.

Peki, ülkemizde böyle bir iklim ve bu iklimi sağlayacak ‘güç’ var mı?

-Hayır ne böyle bir iklimimiz ne de bunu sağlayacak bir yönetimiz var!

Çünkü geçmişin yanlışları bugün de tekrarlandı ve:

Yine, Cumhurbaşkanı ile Bakanlar devlet imkanlarıyla il il dolaşıp bir parti adına destek istedi.

Yine, herkese hizmet vermekle görevli olan bürokratlar, halktan yana olmadı, onlar da yetkilerini güçlüden yana kullanıp, bir parti adına boy gösterdi.

Yine; deprem, sel yangın felaket mağdurlarına açık açık: eğer oy yoksa hizmet olmaz diyebildiler.

Yine, güçlüler ayrıştıran, ötekileştiren, zehirli bir dil kullandılar.

Yine, ‘öteki’ sayılan kentlere 55 bin hayalet seçmen gönderdiler.

Yine, ‘öteki’ ilan edilen ‘seçilmişler’ tutuklu ve makamları işgal altında.

Yine, diyanet, tarikat: okulda, atölyede, yolda, sokakta ele ele vermiş.

Yine, TBMM işlevsiz ve tek kişi buyruğuyla yol alıyor: AYM, Yargıtay, YSK.

Yine, 2017’de ‘mühürsüz’ pusula ve zarflardaki oyları geçerli sayan,
2019’da da: aynı zarfın içindeki dört oydan sadece birini iptal etmiş YSK ile sadece iktidarın istediklerini yapan, muhalefete hizmet etmeyi unutan: TRT, TÜİK… işbaşında.

Hani devlet halkın hizmetkarıydı?

Niçin devletin tüm kurum ve görevlileri bir partinin emrinde çalışıyor!

Cumhurbaşkanı tarafsızlık yemini etmiştir, peki nasıl olur da bir partinin taraflısı ve başkanı olabiliyor?

Gördüğünüz gibi: güvenlik sağlayacak görevliler birer tarafgir olmuş!

Ve şimdi onlar ülkemiz için birer güvenlik sorunu olmuş durumda!

Tüm bunların yaşandığı bir yerde insanlar güven içinde olabilir mi?

Ama yine de yarın bir seçim var!

Seçim; iyi, güzel, güvenilir olanı aramak bulmaktır.

İşte bu insani duygularla yarın sandık başına gideceğiz.

Dilerim, güvenli, yaşanır ve barışık günler için bir seçim olur…

Emin Toprak – DOSTÇA

 248 total views,  1 views today

Copyright © 2020 | Design & Development Serdar Kurtoğlu