25.10.2021 |
Türk Sorunu
Yıllar önce alıp okumadığım kalınca bir eseri raftan indirip, sıcak yaz günlerinde okudum. ‘Otuzuncu Yaş’ (Yapı Kredi Yayınları) isimli bu eserde, ünlü şair-yazar İngeborg Bacmann’ın tüm öyküleri toplanmıştı. Ve “Ölüm Gelecektir” adlı öyküde ise yazar okurlarına sanki bir “insanlık dersi” veriyordu.
İşte o satırlar:
“… Bizim aile kendi kendisi için, kendi başına gelenler için gözyaşı dökmeyi sever en çok, başkalarının başına gelenlere ise ağladığı pek görülmez, bunlar yalnızca ürperti uyandırır onda, bu ürpertinin hazzını yaşamakla yetinir…
Katillerini ele versem, hırsızlarını gereken yere ihbar etsem, bu aileye layık biri olabilir miyim? Yabancı aileleri, bu ailelerde işlenen cinayet ve kötülükler dolaysıyla suçlayabilirim kuşkusuz, ama kendi ailemi içindeki o cılk yaralar dolaysıyla asla ele vermeyeceğim, asla. Ama başka her aileden daha çok bizim ailede bunları rahatlıkla gözlemleyebilirim… Susuyoruz.”
Sizi bilmem, ama ben bu satırları okurken çok etkilendim, sonra da insan neden gerçekçi bir gözle kendi ve toplumunda görünen “cılk yaraları” biraz biraz deşip sorgulayıp, yargılamaktan kaçınır, niçin susar, diye çok düşündüm.
***
Kim bilir, belki de “Kürt Sorunu” başlıklı yazımda: “Ülkemizin, ‘Kürt Sorununu’ çözümsüz bırakan, bir ‘Türk Sorunu’ var.” -derken, henüz yukarıdaki öykünün etkisindeydim.
Peki, ‘Türk Sorunu’ nedir?
Osmanlının son yıllarında kurulan, İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde Enver Paşaya bağlı “Teşkilatı Mahsusa” adıyla bir gizli örgüt kurulur. Bu kuruluş, 1911 yılından başlayarak Osmanlıdaki çok kültürlülük ve çeşitliliği yok ederek, Türkçü ve İslamcı bir ulus oluşturmak ister. İşte günümüze kadar sürüp gelen bu anlayışa: ‘Türk Sorunu’ diyebiliriz.
Şimdi bu anlayışın sebep olduğu, çoğumuzun bildiği, bilmeyenlerin de konuyu detaylarıyla internetten öğrenebileceği sadece birkaç örnek olayı sıralamak istiyorum:
• İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi ve Enver Paşa tutkunu olan Yakup Cemil’in 1914 yılında arkadaşlarıyla; Kastamonu, Sinop, Boyabat, Çankırı ve Çorum’da öldürme, gasp, tecavüz gibi ağır suçlardan mahkûm 2000 kişilik çeteler kurması. Bu çetelerin, Artvin, Ardahan, Kars, Oltu’daki yerleşik halklara çok ağır zulüm uygulaması, örneğin, yörenin en barışçı ve çalışkan üreticileri olan Malakan halkından kimilerini katlederek, kimilerini de göç ettirerek mallarına el koymaları ve Ermeni Tehciri…
• Çok kültürlülüğü ve yerinden yönetimi esas alan demokratik 1921 anayasasının 1924’te değiştirilmesi ve böylece Turancılık, ırkçı Güneş Dil Teorisi, tek dil, tek millet … anlayışlarının etkin kılınması, Dersim Katliamı…
• 12 Eylül 1980 Diyarbakır Cezaevinde yaşanan utanç verici olaylar…
• Trafik ışıklarındaki renklerin bile yasaklanması…
• Halka dışkı yedirilmesi, faili bilinen fakat açıklanmayan katliamlar…
• Vekillerin meclisten boyunlarından basılarak, sürüklenip çıkarılması..
• 19 Aralık 2000 günü ‘Hayata Dönüş Operasyonu’unda 29 tutuklu ve 2 polisin öldürülmesi…
• 2015’te çatışmalarda öldürülen kadının çıplak fotoğraflarının sosyal medyada paylaşılması ve bir erkek cesedinin katledenlerce tomalara bağlanıp gezdirilmesi videosu…
• Aramak için girilen ev duvarlarına “Türk’ün gücünü göreceksiniz”, yatak odalarına nefret suç olan yazılar yazılması…
• Bir annenin öldürülen 10 yaşındaki çocuğunun cesedini buzdolabında saklaması…
• 2020 HDP’nin ezici bir çoğunlukla kazandığı 65 belediyeden 59’una kayyum atanması, sadece 4 küçük ilçe ve 2 belde kalması…
• İnsanların helikopterden atılması…
• Kürtlerden birinin konuşması üzerine binlerce sayfa ‘iddianame’ yazan, fakat ortalığa saçılmış binlerce kirli dosyayı açmaya bile cesaret edemeyen savcılar…
• Ve tüm bu insanlık suçlarını işleyenlerin sorgulanmaması, sorgulansa bile cezasızlık uygulanarak suçlarının yanlarına kâr kalması…
• …
Birkaç örnekle anlatmaya çalıştığım bu sorunlar, büyük çoğunluğun yüzleşmekten korkup kaçtığı, dokunulmaz kıldığı, gizlediği birer vicdani yaradır. Bu sızıları toplum ve pek çok aile halen yaşamaktadır.
İşte bu vicdan yaralarının hangisini deşerseniz altında bir ‘Türk Sorunu’ olduğunu görürsünüz. Eğer buna karşı bir insani ses, bir duruşumuz yoksa ve her sıkıştığımızda “Kol kırılır yen içinde kalır” ilkel sözüne sığınıyorsak, bu sorun nasıl çözülür?
Kuşkusuz her insan; kendi kimliği, kültürü, inancı, yaşam tarzı ve bir ferdi olduğu toplumun değerleriyle övünüp, gurur duyabilir. Bu her insanda var olan “ben” duygusunun bir sonucu olduğundan hoşgörüyle karşılanabilir.
Fakat bazı sığ düşünceliler kendi; dili, dini, ırkı, inanç ve yaşam tarzının “en en en iyi” olduğunu, diğer kimlik değerlerin ise yalan-yanlış-eksik-önemsiz olduğunu varsayar onlara kendi değerlerini dayatırlarsa ne olur?
Bilinmelidir ki, başkasının kimlik ve kültürlerini benzer kılma uğraşları, asimilasyon, yani yok etmektir. Bu tür yok etmeler de birer insanlık suçudur. Kürt dili ve kültürü bu yöntemlerle yok edilmek isteniyor.
Oysa her insan kendi ismiyle anılmak, kimliğiyle kabul görmek, böylece saygın olmak ister. İnsan haklarının gasp edilmesiyle, ortak yaşamdaki barış, uzlaşma ve anlaşma iklimi yok olur, savaş nedeni düşmanlıklar başlar.
İnsan olmak ve insanca yaşamak için herkes; kendisine ayna tutup sorgulamalı, hesap verebilmeli, hem de hesap sorabilmelidir. Sadece “ben”, “biz” ile yetinmeden, karşımızdakilerin de insan hakları olduğunu düşünmeli, böylece komşuyla, toplumla ve dünya ile barış içinde yaşama çabası göstermeliyiz.
***
Yurdumuzun 19 yıllık iktidarı ülkeyi, İslamcı-Türkçü güvenlikçi-savaşçı bir anlayışla yönetiyor. Savaş araç gereçlerine, müttehitlere ve yandaşları için yaptığı müsrifçe harcamalar, hazineyi boşaltmış, tüm kaynakları tüketmiş, ekonomik sıkıntıları çoğaltmıştır. Ve iktidarın mahfillerdeki bazı yolsuzluk dosyaları da ortalara saçılmıştır.
Muhalefet partileri ise içte ve dışta yaşanan başarısızlıkları, yokluk ve yolsuzlukları anlatarak, halka dokunarak, halkın desteğini arttırmış durumda.
Bu yüzden iktidar bugünlerde çok zor günler yaşıyor!
Fakat algılar yaratıp, süreci yönetmekte çok başarılı olan iktidar, böylesi zamanlarda, komşu ülkelere asker gönderip, yerli ve milli duygularda bir dalgalanma yaratıp muhalefeti zora sokmakta çok mahirdir.
İşte tam da bu amaçla bugünlerde “Vatan Millet Sakarya!” hamasetiyle meclisten, yurtdışına asker göndermek için iki yıl sürecek bir yetki istiyor.
Bugünlerde yine çok ilginç olaylar olacak. Şöyle ki:
İktidarın iç, dış ve ekonomik politikalarını ve hiçbir işini beğenmeyen muhalefet (HDP hariç) şimdi yine “sonra bize ne derler” diye, meclisteki asker gönderme teskeresine kuzu kuzu “EVET” oyu verecekler.
Hani bu iktidarın her şeyine karşıydınız ne oldu?
Şimdi gel de “Sizi Gidi Sizi!” diyen rahmetli Erbakan’ı anma…
Emin Toprak – DOSTÇA
874 total views, 1 views today