30.01.2022 |
Coğrafya Kader Mi?
Geçtiğimiz yaz mevsiminde çokça deprem, sel, orman yangının olması, zaten pek çok toplumsal sorunu bulunan ülkemize zor günler yaşattı.
Belki de bu yüzden: “Coğrafya Kaderdir!” sözü sıkça kullanılır oldu. Aslında bu söz, hem iklimsel (ya da bilimsel) hem de inançsal bir yargıdır.
Yaşam başladığından beri, her coğrafya ve oradaki her varlığın kendine özgü demirbaşları olmuştur. Bu demirbaşlar, her özneye bazı eksi ve artılar sağlayan fiziksel, biyolojik farklılıklardır. Bu farklılıklar zamanla; değişim-dönüşüm-başkalaşıma uğrasa bile hep var olacaktır.
Fakat ülkemiz ve benzeri ülkelerde, bu doğasal gerçekliğin bilimsel yönü bile isteye es geçilmiş, sadece insanı çaresiz-pasif kılan ve keder üreten kaderci bölümü öne çıkarılmıştır.
Böylece bu sözün büyüsüne kapılan insanlar; insan ve emek karşılığı olan haklarını istemek yerine, sadece egemenlerce kendisi için uygun görülenlerle yetinmeyi, pasif ve suskun olmayı öğrenmiştir.
Fakat bilimsel bakışı ve onun araştıran deneysel yöntemi bu kaderci anlayışlara boyun eğmemiştir. Ne yapmalı, nasıl yapmalı diye hep çareler aramış, bulmuş ve uygulamıştır.
Bu anlayışa varan emekçiler, haklarını bildikleri için verilenle yetinmemiş, haklarını isteyip almış, sömürü çarkı içinde olup-biten haksızlık ve yolsuzlukları açığa çıkarıp hesap sormuştur. Ve böylece haklarını alan emekçiler daha istekle çalışıp, daha çok üretmişler.
İşte bizim gibi ülkelerde eksik olan, bu bilimsel ve insani anlayıştır!
Eğer biz ve benzer ülkelerde de bilimsel anlayış egemen olsaydı insanlar; arar, bulur, durmadan istekle çalışır, kurak çöllere bile yaşamı taşırlardı. Böylece, birer doğa olayı olan: deprem, sel ve orman yangınlarındaki insan hataları sonucu oluşan kayıplar tümüyle engellenmiş olmasa bile, zararlar en alt düzeye inerdi.
Fakat olan olmuş, keder üreten coğrafya, kendisine kaderci bir iktidar ve muhalefet yaratmış, onlar da çaresiz, yılgın, güvensiz halkı, oyalamaya çalışmış ve buna devam ediyorlar.
***
Şimdi size, çokça tepki çekeceğimi bile bile:
Yirmi yıllık iktidar ülkede, en çok ırkçı-milliyetçi-İslamcı-savaşçı-çıkarcı olanlara yaradı!
MHP ve İYİ Partinin ırkçı anlayışı hem iktidara hem de muhalefete kelepçe olmuş, onları kuşatıp kıskaca almıştır!
Bunun için de AKP iktidarı yönetemiyor, sürekli olarak muhalefet içi bir denge arayışında olan CHP de gelişip yol alamıyor!
Ve sonuç olarak şimdi ülkenin gündemi: ‘Kim daha Türk, kim daha İslam’ olmuş durumda!
Desem!…
Ki, dedim bile…
Peki, bu dört cümle sizce yanlış mı?
Kuşkusuz, ‘Yanlış!’ diyen pek çok kişi de diyecektir ki:
İYİ Parti başka, MHP başka parti değil mi?
Gerçi, bir soru, başka bir soru ile cevaplanmaz derler ya, bence bu soru için, bir karşı soru çok gerekli:
Peki, İYİ Parti ve MHP’nin hangi ilkeleri, hangi söylemleri farklı?
Şimdi de geçmişten bugüne bazı sayısal verilere bakalım:
2002’de: AKP: %34,42 / CHP: %19,42 / MHP %8,35 … oy almış.
Günümüz kamuoyu araştırmalarına göre: AKP ve CHP’nin oyları aynı kalırken, İYİ Parti ve türevi olduğu MHP’nin toplam oyları: %25 olmuş!
Yüzde 8,35 olan oyları şimdi yüzde 25’e ulaşmış!
İşte bu sonuç da onların egosunu coşturmuş!
Bu anlayış; ülkemizdeki milyonlarca, Kürdü, onların dili ve kültürünü yok saymakta, onlarla bir arada bulunmak istememektedir.
Bu, herkesi Türkleştirmek, Turan’da buluşturmak ülküsü olan bir anlayış. Bu anlayışla insanlarımız, ayrışıp kutuplaşmakta, böylece ülke sorunları çözümsüz kalmaktadır.
Bunun için halkımız, sindirilmiş, yılmış, olup bitenlere duyarsız, suskun kalmış bir durumda.
Bunun için ülkemizde acılar, bir değil, birkaç değil, sıralansalar katar katar uzayıp gider.
Örnek olsun diye acı ve yaralarımızı taşıyan katarın, sadece bir vagonuna bakalım birlikte:
Önlem alınmadığı için aynı zamanda 7 ilde 21 yangında ormanlar, börtü böcek ve nice canlılar yanıp yok oldu.
Birilerine çıkar sağlasın diye plansızca dere, ırmak yataklarına yapılan barajlar dolup taştı, oluşan seller; köprüleri, evleri, bahçeleri, tarlaları, nice can ve canlıları yok etti.
Çıkar çevrelerine bilmem kaç yıllığına sunulan limanlarımızın, birer kokain geçiş merkezi olduğu söyleniyor.
Gasp edilen insani ve mesleki haklarını isteyen veya bir konuda farkındalık yaratmak isteğiyle sokağa çıkmak isteyen: avukat, doktor, memur, öğrenci, işçi ve köylüler, jandarma ve polislerce kuşatılıp yürütülmüyor, hatta bazen darp ediliyor. Bu evrensel insan hakları ve hukukuna karşı duruştur.
Askıda ekmek, daha ucuz ekmek alabilmek için uzun uzun kuyruklar!
Çok sık aralıklarla, benzine, mazota, doğalgaza, elektriğe zamlar…
Kısmi afla organize suç liderleri, saldırganlar, dolandırıcılar hapisten çıktı. Onların yerleri de düşüncesini açıklayanlarla dolduruldu.
Ülkemiz, tüm komşu ülkelerle kavgalı iken, çıkarlar üzerine kurulan dostluklarla, Katar ile Suudi Arabistan’ın albenisi arttı.
Ve eril bir anlayışla: Aysel Tuğluk’a yaşatılanlar, Sezen Aksu’nun ‘dilini koparma’ isteği, Sedef Kabaş’ın gece yarısı gözaltına alınması ve Garibe Gezer’in ‘garip’ intiharı…
Eğer, halkımız tüm bunları ve geçen yaz yaşanan yangın, deprem, selleri, onların yaşattığı acı ve kederleri, birer kader sayarsa…
Eğer, tüm acıları sorgulayıp bir daha yaşanmaması için iktidarı önlem almaya zorlamazsa, işte o zaman gelecek yaz ve sonrası yıllarda aynılarını, belki de daha çoğunu yaşarız.
Fakat eğer, yangınları söndürecek uçaklar, araç-gereçler, deprem ve seller için de gerekli koruyucu önlemler alınırsa, o kader de kederler de değişir.
Bunun için de bilimsel, demokratik ve barışçıl birliktelikler gerekir.
Emin Toprak – DOSTÇA
891 total views, 1 views today