Press "Enter" to skip to content

Eğitimde eleştirel nasıl düşünebiliriz? / Kemal İnal

05.10.2020

 

 

 

Rivoli Eğitimde eleştirel nasıl düşünebiliriz?

http://uslanka.net/2016/10/21/miss-progress-int-in-sri-lanka-2016 Kemal İnal

Türkiye’de eleştiri kavramı hâlâ layıkıyla anlaşılmış değil. Çünkü eleştiri ile tenkit etmeyi, giderek karalama veya çamur atmayı aynı şey sanıyoruz. Eleştirinin öğrenilmesi gereken bir “disiplinli düşünme” olduğunu kabul etmedik şimdiye değin. Aslında bizde eleştiri kültürünün bir yaşam biçimi ve örgütlenme tarzı olarak gelişmesini engelleyen pek çok şey var; ezbercilik, otoriteye boyun eğme, kulluk diye başlayarak uzayıp giden liste, yanlış değil ancak bu sayılanlar, eleştirinin olmamasının nedenleri değil, sonuçlarıdır. Bir şeyi neden eleştiririz? Doğru olmadığı için olabilir, tabii bize göre. Çıkarımıza gelmiyordur, bilime aykırıdır, insanlığa zarar veriyordur, etik olarak yanlıştır vb. Fakat sorun burada, eleştirinin güçlü bir estetik, yöntemsel ve politik temele oturtulmamasıdır. Estetik derken kastettiğim, söz konusu şeyin incelikli, üretken ve şık biçimde eleştirilmesidir. Batılı kültürler bunu gerçekleştirebilmek için felsefe, mantık, matematik, sanat, demokrasi gibi pek çok şey ürettiler. Eleştiriyi toplumlar, gruplar veya örgütler değil, öncelikle bireyler üretir veya yaparlar. Tarihte eleştirinin ilk sahibi ve sorumlusu, burjuva bireydir. Burjuva birey, her türlü belirlenmişliğe başkaldırının ürünüdür. Burjuva birey, özne olmaklığın, özneleşmenin bir sonucudur. Rousseau “İtiraflar”ını veya Montaigne “Denemeler”ini yazdıklarında, modernizmin en önemli kavramlarından biri olan özdüşünümün (self-reflection) erken örneklerini vermişlerdi: Kendine bakarak özünü tanımak ve gerekirse eleştirmek. Aydınlanma geleneği, bu birey tipinin geleneksel-özcü belirleyicilere (gelenek, töreler, din, feodal kurumlar vb.) başkaldırmasının ürünüdür. Coğrafi keşiflere çıkan, farklı kültürleri tanıyan, misyonerlik yapan, köle ticaretini gerçekleştiren, bilimleri geliştiren, geleneksel otoriteleri eleştiren, modern kurumları inşa eden birey tipi, hataları ve sevaplarıyla, kapitalizm dediğimiz sömürücü sistemin aynı zamanda estetik anlamda ruhunu da oluşturdu. Bu ruh kendini, Habermas’ın belirttiği burjuva kamusal alanda demokrasinin sivil olarak inşasını mümkün kılan muhalif hareket ve figürlerinin ortaya çıkmasını sağladı. Salonlarda, kafelerde, nutuklarda bu birey tipinin yoğun tartışma, polemik ve açıklamalara girişmesi, hem eleştiri kültürünün oluşmasına hem de gelişmesine imkan verdi. Eleştiri, demokratik mücadelenin hem sahası hem de aracı oldu. Eğer bir ülkede demokratik kamusal alanlar (sokaklardan parlamentoya değin) yoksa, orada eleştiri kültürü gelişemez. İnsan, bireysel özne olarak varlığı ve kimliğinin ancak kamusal alanda farkına varır; ötekinin (muhalif, yabancı vb.) varlığını kabul etmek, bizim kendimizi tanımamızı sağlar.

***

Eleştiri, aslında metodik düşünmenin sonucudur. Yöntemsel düşünemeyen, kervan yolda düzülür misali, bir işi planlamadan-programlamadan yapan biridir; yöntem bize, şeylerin varlığı ve düzeni hakkında nesnel bilgi sağlamanın temelini verir. Yani eleştiri, bir yöntem işidir. Yöntem, varılacak hedefe hangi yoldan, ne tür araçların kullanmasıyla ve süre-şartların hesaplanmasıyla gidileceğini öğretir. Yöntemli eleştiri ve analiz, bilimin varlık nedenidir. Kötü sonuçlar, yöntemsizliğin veya yanlış yöntemin seçilmesiyle ortaya çıkar. Örneğin bozuk yolda yürürken ayağınız takılıp düştünüz. Yöntemsel düşünen biri, bozuk yol ile çarpık düzen arasında ince, ayrıntılı ve pratik ilişkiler kurar. Sıradan düşünen biri için, düşmesinin pek çok gerekçesi (bozuk yolu fark etmemiştir, hava karanlıktır, yağan yağmur görüş alanını kapatmıştır vb.) olabilir ancak bunlar, daha ziyade arızidir. Eleştirisini yöntemsel yapan biri, tikel (bozuk yol) ile tümel (çarpık düzen) arasındaki bağlantıyı analitik düşünmesi sayesinde yapar. Zaten analitik (kabaca sistemik düşünmeye dayalı analiz) düşünen biri için eleştiri, kullandığı yöntemlerin ana yatağını oluşturur. Eleştirel kişi bu anlamda yenilikçi, yaratıcı, dönüştürücü, giderek devrimcidir.

***

Dolayısıyla eleştirinin üçüncü önemli bileşeni, politikadır. Batı düşünce geleneklerinde politika, din, felsefe ve ekonomiye çoğu zaman yönelim veren temel kurum oldu. Politika, çeşitli çıkarlarla ilgili bir konudur. Ülke yönetimi gibi boyutları çok sonra gelir. Politika, bu anlamda çıkarların yönetilmesidir. Sağlıklı eleştiri, dönüştürücü politikanın gücünü arkasına alır. Marx, 11. tezinde filozofların şimdiye kadar eleştirmekle yetindiklerini ancak artık aslolanın değiştirmek olduğunu söyledi. Marx’ın bir birey olarak yaşamı, eleştirinin şaha kalktığı bir deneyimler setini andırır. O yüzden çoğu kitabının üst veya alt başlığında Marx, eleştiri kavramını kullandı. Aslında Marx’ın eleştirdiği filozoflar da (örneğin Feurbach veya Hegel) o konumlarına bir önceki düşünsel/felsefi gelenekleri eleştirerek gelmişlerdi. Marx, eleştirinin hiç bitmeyecek bir bireysel tutum olduğunu göstermiş oldu bize. Temel derdi, kapitalizmin insanlık dışı bir sistem olarak nasıl yıkılabileceğiydi. Bu yüzden “devrimci eleştiri”yi üretti. Fakat özünde eleştiri, estetik, yöntemsel ve politik bir kategori olarak Marx gibi devrimcilerde bile burjuva niteliği ağır basan bir kavramsal gerçeklik olarak da rol oynadı (elbette Marx, eleştirmekle yetinmedi, pratikte bir devrimci gibi yaşadı). O yüzden Marx’ın eleştirisi, burjuva kültürünün kendi şahsında çeşitli araçlarla (eğitim, gazete yazıları, salon toplantıları, nutuklar, örgütlenme vb.) sosyalist amaçlar için üretilmesi ve sürdürülmesinden başka bir şey değildir zira Marx, burjuvazinin son tahlilde eski, geleneksel ve durağan şeyler karşısında devrimci veya ilerici olduğunu açıkça ifade etmişti.

***

Bütün bu bilgileri, eğitim konusuna nasıl bağlayabiliriz? Türkiye eğitim sistemi, onca kapitalizm, sanayileşme, kentleşme ve bireyciliğe karşın tutarlı bir (aydınlanmış) “burjuva birey” yetiştirilmesini sağlayamadı. Öğrencilerimiz, görünürdeki bireyciliklerine karşın hâlâ ağırlıkla cemaatçidir. Çünkü eğitim sistemimiz, Aydınlanma’yı üreten burjuva birey tipini yetiştirecek bir düşünsel geleneği okullara taşıyamadı veya uyarlayamadı. Devletten müdürüne, öğretmeninden veliye değin eğitimle ilgili kesimler, öğrencinin özdüşünümüne meydan verecek yöntemsel, estetik ve politik şartları sağlayamadı. Misal: Okullarda onca yıl alınan derslere rağmen öğrencilerimizin bir yabancı dili layıkıyla öğrenememelerinde yöntemsel düşünememenin önemli etkisi vardır. Dil, bir yapıdır ancak onu var eden, az-çok mantıksal kalıba sokulmuş  gramatik yapısı ile gündelik hayat içinde üretilen kişisel/toplumsal yaşantıların çakışmasıdır. Biz, bu gramatik yapı ile gündelik yaşantı arasında transfer işini bir türlü yapamıyoruz zira bu, teorik ve pratik birlikte düşünmenin bir sonucu olarak gerçekleşmiyor (İngilizce grameri öğreniyoruz ancak o gramere uygun konuşamıyoruz). Örneğin okul ödevini yapan bir öğrenci, okulda ders ödevini yapma etiğini kazansa da, bunu gündelik yaşamındaki pratik ödevlerini yapmak şeklinde bir transfer yapamıyor çünkü biz, teori ile pratik arasındaki diyalektik ilişkiyi, bir senteze yol açan doğurgan/üretken değil, karşıt/uzlaşmaz (antagonist) bir ilişki olarak ele alıyoruz. Doğrular ve yanlışları ayrı kategoriler halinde değerlendiriyoruz; oysa bunlar, birbiriyle ilişkilerinin bir sonucudur. Eleştiri, ancak diyalektik olursa, hedefini vurmuş olur; kaldı ki eleştiri, değişimi bireyin zihninde başlatır. O yüzden Batılı burjuva bireyin donanımlı, hatta politeknik biçimde yetişmesinde eğitim, bir numaralı sorumlu kurumdur. Peki, eğer eğitim sistemimiz eleştirel beyinler yetiştiremiyorsa, neden böyle oluyor? Neden eleştirelden ziyade uyumcu bireyler yetiştiriyoruz?

***

Bizde kamusal eğitim sisteminin formüle edilmesinde, vatanını-milletini seven bireyler yetiştirmek diye başlayan mevzuata zemin oluşturan “resmi misyon” anlayışının çok önemli bir payı vardır. Bu hâlâ çok güçlü bir cemaatçi insan tipini üretiyor (AKP bu yüzden hep kazandı). Aydınlanma öncelikle sivil bir hareketti; öncü burjuva birey (filozof, entelektüel, sanatçı, bilim insanı, tüccar vb.) bu sivil hareketi kamusal alanda yoğun bir sistem eleştirisine girişerek kurdu. Kutsal, dokunulmaz ve değerli görülen ne kadar kurum, kişi ve düşünce varsa, eleştiri topuna tutuldu. İşte o eleştiri anlayışı giderek bir kültür oluşturdu veya haline geldi ve eğitim gibi kurumların temelini oluşturdu. Bugün 18 yaşına giren Batılı bir genç, rahatlıkla evinden/ana-babasından ayrılıp kendisine bir ev ve yaşantı kurabiliyor; bizde ise çocuğumuzu çoğu zaman bakkala göndermekten bile çekiniriz; hatta onun okul ödevlerini yaparız, odasını toplarız, sınav tarihlerini hatırlatırız vb. Batılı eğitim sistemlerinde öğrenciye, “bu senin sorunun, bunu sadece ve ancak sen çözersin/çözeceksin” anlayışı erkenden verilir ve bu konuda inanılmaz da katı davranılır. Öğrenci, birey olmayı bu şekilde öğrenir. Öğretmeni öğrencisini acımasızca eleştirir; öğrenci, böylece eleştirinin nesnesi olmaktan öznesi olmaya doğru adım adım ilerler. Çünkü eleştirilmek, öğretir. Bu öğrenci tipi kolayca ezber yapamaz çünkü önce anlayıp beynine yerleştirmesi gerekir; öğrendiğini pratiğe aktararak öğrenmesini güçlendirir ve çok fazla tekrar yapar. Onlarda tekrarlar giderek yaratıcılığa yol açarken bizde bilinen yol ve yöntemlerin ezberlenmesine neden olur. Onlarda bilginin yaratıcı kullanımı (nitelik), bizde ise yoğun bilgi yüklemesi (nicelik) vardır. Onlarda eleştiri, tutarlı ve sürekli bir politikayken bizde kaçınılması gereken bir suçlama biçimidir.

***

Eleştiri, çoğu zaman özeleştiri ile güçlenir. Bunun için bireyin kendi üzerine düşünmesi (özdüşünüm) gerekir ancak bu yöntemsel değilse, giderek eleştiri bireyi güçten düşürür. Öğrencilerimiz genelde bu özeleştiriyi dengeli biçimde yapmaktan uzaklar çünkü onlara örneğin sınavlardaki başarısızlıklarının öncelikle ve çoğu zaman kendi sorumsuzluklarının sonucu olduğu öğretilir. Bu bir parça doğrudur ancak bu sorumsuzluk, öncelikle bir neden değil, sonuçtur. Sorumluluk kazanmak, bireysel disiplin işidir ve yoğun öğrenmeye dayanır. Teorik derslerle kazandırılamaz. Köy Enstitüleri’nde bu sorumluluk bilinci, öğrencilere çok ciddi görevler verilerek kazandırılmıştı. Günümüz okullarında okuyan öğrencilerin ders ve ödevlerini yapmak dışında başka bir görevleri yoktur. Onu bile yapmak için ailesinden yardım almak zorundadır. Öyle olunca, sorumluluk bilinci alamamış öğrenci, yetişkinlik yaşamında yine başkalarına (ülke olarak hep birlikte birbirimizin sırtına basmak suretiyle) yaslanarak ayakta durmaya çalışır. Eleştirel düşünce ile sorumluluk bilinci arasında güçlü bir ilişki vardır. Yöntemsel, estetik ve politik biçimlerde eleştirebilen kişi, bir şeylerin yanlış gitmesinden kaynaklı sorumluluk bilincinin harekete geçirdiği kişidir. Bunu okullarda ahlak, din gibi normatif derslerde hiçbir şekilde öğretemiyoruz. Çünkü ülke yararı için konulan bir kuralın (yasa, yönetmelik, tüzük vb.) evrensel bir iyi ile çakışması için kendi kimliğimizle/kişiliğimizle çatışmaması gerekiyor; çatışırsa, evrensel iyi için çalışan ya da öyle olduğu varsayılan kuralın gereğini (diyelim ormanların korunması kuralını) değil, kimliğimizin/kişiliğimizin tikel değerini tercih ediyoruz (otel inşa etmek veya tarım yapmak için ormanlarımızı yakabiliyoruz).   

***

Sonuç olarak, çok eleştiren bir halkız ancak eleştirel düşünen bir ülke değiliz. Eleştirilerimizi, çoğu zaman muhalif, düşman, vatan haini diye uzayıp giden listeye girenlere arızi durumlarda kinimizi, kızgınlığımızı vb. yansıtmak için yapıyoruz. Karşımızdakiyle uzlaşıp olumlu bir sonuç almaktan ziyade onu mat veya yok etmekle daha çok ilgiliyiz. Televizyonlardaki tartışma programlarına bir bakın; bir konuda üretken bir sonuca varabilmek için tarafların, asgari müştereklerde birleşmesini sağlayabilecek bir ortak düşünsel disiplini geliştirmede son derece fukara oldukları görülecektir. Eleştirinin gelişme yaratabilmesi, yöntemli ve sistemli düşünmeyi gerektirir. Bu da bilinç dönüşümüne bağlıdır. Bilinçlerini cemaat önderlerinin tek beyniyle ikame edenler için kendisine dair kendisinin düşünmesi gerekmez. Öğrencilerimiz için de öyle; eleştirel pedagoji, öğretmenin de öğrenciden öğrenmesi gerektiğini söyler ancak bizde güçlü “bilen öğretmen” kategorisi üzerinden öyle bir kültür yaratıldı ki, öğretmenin bilmemesi, öğrenci nezdinde ayıplamaktan resmi düzeyde soruşturma konusu olmaya değin gidebiliyor. Bu alışkanlıktan kurtulmamız lazım. Onun için önce, alışkanlıklarımızın yerine, eleştirel düşünmeyi öğrenmeye yarayacak yol ve yöntemler üzerine düşünmemiz gerekiyor. 

 1,210 total views,  1 views today

Copyright © 2020 | Design & Development Serdar Kurtoğlu