12.04.2021 |
Daldan Dala
Emin Toprak
Herkes gibi ben de bazen kendimle konuşur, düşünür, sevinir, üzülürüm. İşte o daldan dala anların bazı notları:
Doğanın iki egemen gücü gökyüzü ile yeryüzüdür. Bu iki güç bazen barışık, bazen kavgalı olsalar bile birbirini var ettikleri için tek başına olamazlar. Doğa kapsayıp, korurken oluşan çelişkiler sonucunda da yaşam başlayıp sürer gider.
Yeryüzünün öfkeli alevleri, yangınları, depremleri, selleri ve gökyüzünün fırtınaları, şimşekleri, yıldırımları sonucu, canlılar zarar görse, büyük acılar yaşayıp kayıplar verseler bile doğa olmadan yapamazlar. Çünkü canlılar gökyüzündeki güneşe, yağmura, kara, yele… Yeryüzündeki toprak ve suya muhtaçtır. Onlar olmaksızın yaşam döngüsü olmaz.
Hem çatışıp yok eden hem besleyip var eden bir döngüde birbirine mecbur olmak…
*
- Yunanistan’da Sokrates (M.Ö. 469-399), halkı baskılayan inanç sistemine karşı çıkan, yanlışları sorgulayarak doğruları bulmaya çalışan, cehaleti en büyük kötülük sayan bir “Ahlak Felsefesi” ile…
- Çin’de Konfüçyüs (M.Ö. 551-479), toplumda uyumu-huzuru ve insani ilişkileri geliştirerek ‘Erdemli’ olarak yol almayla…
- Hindistan’da Buda (M.Ö. 563-483), yaşam döngüsü içinde kişilerin ancak ‘acılar’ çekerek, kendileriyle yüzleşerek, bencillikten arınarak öz güçleri olan ‘Nirvana’ya ulaşmakla…
İnsan yaşamı, acılardan kurtulmak için bir arayış sürecidir. Bu döngünün odağındaki insan, yaşam boyu iki güçle çatışır. Birincisi kendi güdü, duygu, istek, düşünce, doğrularıdır. İkincisi de çevresidir. Çevrenin içinde de iki güç vardır: Birincisi doğa, diğeri de toplum. Bu güçlerin de kendine özgü; kuralları, değerleri, inançları, beklentileri vardır.
İnsan, böylesi ikilemler içinde kalınca ne yapacağını, kime doğru ve nasıl adım atacağını bilemez ve bunun sıkıntısını çeker uzun zaman. Sonra, bazen bir tarafı görmezden gelir, bazen de baskıyla susturur bir tarafı (ki, bu baskılanan çoğunlukla kendi güdü, istek ve vicdanıdır).
İşte böylece toplumlarda çevreye, topluma ve kendine karşı duracak gücü, direnci olmayan, huzursuz, mutsuz doyumsuzlar çoğalır.
Eğer toplumu bir organizma kabul edersek demek ki, bu organizmanın pek çok organı hastalıklı-sağlıksız!
Bu hasta-sağlıksız-zorlu süreçte, acıları dindirmek için en çok adalet ve erdemli davranışlar aranır.
Bir insanın yanlışları, başarısızlıkları, yenilgileri ile yüzleşmesi, bunları tekrar etmemesi için gerekenlerdir ‘erdemler’. Toplum ancak erdemli-adil insanlarla donanırsa sağlıklı olur.
Fakat, gelin görün ki, gerçek hayat hiç de öyle değil!..
- Eğer ortada yanlış bir uygulama, bir başarısızlık, bir yenilgi varsa:
“Ben yaptım! Başaramadım! Ben sorumluyum!” -diyen yoktur. Ama:
- Eğer ortada iyi bir uygulama, bir başarı, bir yengi varsa:
“Ben yaptım! Benim başarım! Ben yendim!” -diye bağırıp çırpınan büyük bir çoğunluk vardır karşınızda.
- Eğer ortada bir çıkar, bir paylaşım varsa:
O zaman çok çok kişi koro halinde: “Önce bana! Çoğu benim! diye çığlık atar, hele de güç, makam sahibiyse tehdit eder.
- Süreçte çok az kişi de: “eşitçe- adilce” bir paylaşım taraflısı olur…
*
“Gökten üç elma düştü!”
Haydi, can yakmadan üleşin bakalım…
1,302 total views, 1 views today